5. Mardin Bienali

1. Gün

Öğle saatlerine doğru Mardin’e geldim. İlk olarak odama yerleştim ve bir süre dinlendim. Öğleden sonra yürüyerek eski Mardin’e gittim.

Şehir yamaçta kurulmuş, eski kalenin hemen altında. Daha aşağıda ise kayalara oyulmuş mağaralar dikkat çekiyor. Muhtemelen antik yerleşim. Alerji ilacımı evde unuttuğumdan bir eczaneden yenisini aldım. Sabah kahvaltısını hala yapmadığım için öncelikle karnımı doyurmaya karar verdim, halsiz düşmüştüm. Ne yapacağıma karar verememiş halde dolaşırken içerisi dolu bir restoran gördüm ve girdim. Güzeldi desem doğru söylemiş olurum. Lahmacun yedim.

Lahmacundan sonra Cumhuriyet Meydanının solunda bulunan, bienalin ilk durağı, Tasarım Atölyesine gittim. Buradan sonra ise biraz daha yukarıda bulunan, Uluslararası Tasarım Vakfı Galerisine gittim. Taş mekanların sadeliği ile sergi birlikteliği çok hoşuma gitti. Burada 10 liraya satılan bienal broşürünü aldım.

İki sergiden sonra durağım Alman Karargahı oldu. Burayı bulmam zor olmadı. Video eserler nedeniyle gezmem çok vakit aldı ve günümü burada noktaladım.

Dondurma alarak meydanda turladım ve yine yürüyerek odama dönmek üzere yola koyuldum. Taze kayısı buldum. Kilosu 25 tl. 100 gr. tuzlu fıstık aldım. Kilosu 70 lira.

Yemeğimi yedim ve teras keyfi yaptım. Uzun süredir hayalini kurduğum sakin manzara ve yapacak birşeyin olmayışı hissini yaşadım.

Önceki günden uykum eksik olduğundan odama dönmeye karar verdim. Yarın planım 07:30’da uyanmak, kahvaltı yapıp kalan üç mekanı ziyaret etmek.

Belki de dönüşte Xale Meheme’ye uğrarım.

2. Gün

Güne erken başladım. Çıkışımı yaptım ve kahvaltıya oturdum. Basit yiyeceklere çok para. Sonrasında yola koyuldum ve dolmuş durağına gittim. Bu defa yanıma nakit para almıştım. Meğer dolmuşta nakit para değil, kart geçerliymiş. Temassız kartım durumu kurtardı. İlahiler çalan dolmuşta önce boş yolda, sonra sakin ve -görece- serin Mardin sokaklarında yol aldık.

Vakit henüz erken, bienal sergileri henüz açılmamış olduğu için öncelikle Sabancı Müzesi’ne gitmeye karar verdim. Şoför, müze yakınlarında bıraktı beni. Müzedeki tek ziyaretçi bendim. Hem etnografik ögeler hem de modern sanat eserleri mevcuttu. Güzel manzarası olduğunu düşündüğüm teras ise kapalı. Çıkarken görevlilere Develi Han’ı sordum; “geçen gün de sordular, bilmiyoruz” cevabını aldım.

Sonrasında, 10 liraya aldığım broşürü açarak, Develi Han’a gitmek üzere koyuldum. Bienaldeki dördüncü durağım. Bulmam vakit aldı, aynı sokaklardan birkaç defa geçtim.

Bir sokaktan geçerken, evin bahçesinden sokağa şırıl şırıl bulaşık suları akmaktaydı. Dönüş yolunda bu sular gitmiş olacak, yerde yemek artıkları ve et, kemik parçalarının görüntüsü ve kokusu ile karşılaşacaktım. Eşsiz Mardin sokaklarının görülmeyen yanlarından bir tanesi de bu imiş demek.

Hem içerik hem manzara açısından en doyurucu bulduğum mekan Develi Han oldu. Enfes bir ova manzarası var. Tüm eserler için uzun uzun vakit ayırdım. Manzaraya karşı oturup dün aldığım kayısılardan birini yedim, çekirdeğini sakladım. Develi Han’dan çıktığımda vakit öğleni geçmişti.

Bir sonraki durağım Cumbalı Konak oldu. Yine bulmakta zorlandım. Sadece bir eser vardı içeride. Üst katta yaşayan bir aile olduğu için çıkmak yasak, cumbayı göremeden çıkmam gerekti. Çıkarken Marangozlar Kahvesine yol tarif aldım ancak labirent gibi sokaklarda dönüp dolaşıp aynı yerlerden geçmeye başlayacaktım yine.

Halihazırda kafe olarak işleyen bir mekan. Sergi için geldim dedim. Bir tane şu solda, bir de sağda var, branda gerdiler dediler. Soldakini farketmeden mekandan çıkıp bağlantılı dama çıktım. Yan kafedekiler kapmaya çalıştı. Sonra 10 liralık bröşürden sanatçıya ve eserine bakıp tekrar içeri döndüm. Duvarda asılı olan afişi gördüm. Önceki geçişimde mekanın parçası sanmıştım. Peşinden diğer tarafa geçtim, gerilmiş jüt bezini gördüm. Burada biraz etrafı izledim.

Sonraki durağım, Topraktan Sofraya Atölyesi. Burada doyurucu bir kısa film vardı. Bienale katkısı nedeniyle mekandan bir kahvaltık ezme kestirdim gözüme ve ayrıldım. Normalde turistik yerlerde böyle mekanlara başımı çevirip bakmam, öğrencilikten kalan alışkanlıklar,…

Bienal mekanları arasında görmediğim yalnızca Arkeoart kalmıştı. Vaktim de olduğu için araya Mardin Müzesini aldım. Gezim boyunca hiç konağa girmedim ve şu meşhur Mardin fotoğraflarından çekemedim. Ancak müzenin üst katının manzarası güzeldi. Müzeyi gezip biraz kafesinde oturdum. Gölgede oturmak ve kahve içmek keyifliydi.

Arkeoart’ı bulmak üzere yola koyuldum. En zor bulduğum yer burası oldu. İçerisi emek dolu bir seramik atölyesi. Kum yığıntısı üzerinde oynayan, belli belirsiz, 20 dakikalık bir ses kaydı. Kendimi ayakaltında hissettiğim için çıkmam gerekti.

Bir fırına uğrayıp mahlepli çörek aldım, sonra da tekrar Topraktan Masaya’ya uğrarım. Bir dolmuşa atlayıp ayrıldım.

Saat 16:00 civarıydı. İki gün bienali gezmek için sıkışık zaman. Oturup öğünlerimi yiyeceğim, içeceğimi içeceğim desen yetmez. Ben bunları geriye iterek tüm sergileri görebildim. Hiçbir sergiyi geçiştirmedim yada video gösterimleri tamamlamamazlık yapmadım, 40+ dk olan video gösterimler hariç. İki günüm doya doya sanatla geçmiş oldu. Bir sonraki bienali iple çekeceğim.

Mardin’den bahsedecek olursak devasa bir potansiyel. Bienal haricinde bir tane konak bile gezmedim, mekan keşfedemedim. Bunları keşfetmek, manastırları gezmek, Dara Antik Kentini görmek için tekrar gitmem gerekecek.