Kaçkar Ultra Trail sonrasında Kaçkarlarda kalıp birkaç günlük yürüyüş yapma planım bu yarışa kayıt olduğum zamanlara dayanıyordu. Ancak rotayı tam olarak belirleyememiştim.
Bilen bilir, Kuzey Kaçkarlar derin vadilerden oluşurlar. Vadiler Ayder ve Galler Düzünden sonra bir elin parmakları gibi beş devasa vadiye ayrılırlar. Bunlar sırasıyla Kaçkar, Avusor, Palakçur, Çaymakçur ve Kavrun vadileridir. Diğer tarafta ise Çamlıhemşin’den gidilebilen Palovit, Çat ve diğer vadiler bulunur. Bu vadiler çok güzel olsalar da günlerce aynı vadi içinde olmak bir süre sonra sıkıcı hale gelmekte. Bu nedenle kendime bu vadileri dik kesecek bir rota planladım.
Rotam son olarak Ayder, Avusor, Palakçur, Çaymakçur, Göller (Kavrun), Kavrun, Samistal, Hazindak, Amlakit, tekrar Hazindak, Pokut, Sal, Çinçiva ve Çamlıhemşin halini aldı.
Yarış sonrası arkadaşlarım ile Avusor’a gittik. Birkaç kilometre yürüdükten sonra bir kamyonete otostop çektik. Kamyonetin tepesindeki yolculuk o an bana ultra koşmaktan zor geldi. Her zaman olduğu gibi, doğrudan Simge Pansiyon’a gidip Reşit Abi ve ailenin kalanını ziyaret ettik.
Günümüz dinlenerek geçti. Hava kötüydü. Kondisyon olarak iyi hissetsem de eklemlerim hassastı ve biraz zorlasam ağrı yapıyorlardı. Yarın biraz daha iyi olurum deyip çok umursamadım. Özellikle uzun süre hareketsiz kaldıktan sonra tekrar hareket etmek acı verici oluyordu.
Ertesi gün uyandığımda iyi hissediyordum ancak biraz dolaşıp, oturup kalktıkça pek iyi durumda olmadığımı anladım. Yürüyüşe başlamak yada Trabzon’a dönmek konusunda son derece kararsız kaldım. Defalarca fikir değiştirdikten sonra yürümeye karar verdim. Böyle bir şansı bir daha yakalamam kolay olmayabilirdi. Reşit Abi’den rota tarifi aldım, dediklerini dijital haritam ile karşılaştırıp gideceğim yönü harita üzerinden de belirledim.
O sırada Cem, Yağmur, Hasan ve Maksure göle gitmek için hazırlanıyorlardı. Kesici ailesi ile vedalaşıp pansiyon defterine birşeyler yazdım. Eşyalarımı toplayıp çantamı yüklendim ve Cem’lerin peşine takıldım. Kısa bir süre sonra yollarımız ayrıldı. Sis nedeniyle telefonumdaki uygulamaya bakarak yönümü buldum ve ilerledim. Çok güzel manzaralar eşliğinde yürüdüğümden geçide ulaşmam zor olmadı.
Geçide ulaştığımda hava açıktı. Bir yanda Altıparmak’ı diğer yanda Kemerli’yi görebiliyordum.
Altıparmaklardan başlayarak bir panorama yapmak istedim ancak ben Kemerli’ye dönene kadar aşağıdan bir bulut kümesi yükselip manzarayı kapattı bile.
Fotoğraf çekemeyeceğimi anlayınca Reşit Abinin tarif ettiği, “geçitten sonra sola kıvrılan patika” yı takip ettim.
Patika bitince iniş sorunlu bir hal aldı. Ne haritamda işaretli bir patika, ne de rotaya ait bir GPS verisi yoktu elimde. Takip edebileceğim bir patika da yoktu ortada. Harita yardımıyla Palakçur Yaylası’nın tepesine inen bir sırt hattına geldim ve dik olarak inmeye başladım. İniş oldukça sorunlu oldu. Zaman zaman orman gülleri arasında yürürken ansızın orman gülleri önümü kesiyor, bazen de patikayı kapatmış olan orman güllerinin yaş ve odunsu gövdelerine basarak devam etmek gerekiyordu. Bir şekilde inerek dere yatağına ulaştım. Doğru yolda olduğumu düşünürken rota bir anda iyice dere yatağına girdi ve kayaya döndü. Bu yüzden yolumu değiştirerek kurumuş bir dere yatağına girdim. Birkaç kez düştüm, sürüklendim ancak elimdeki en iyi alternatifin bu olduğunu biliyordum.
Palakçur Yaylası’nda sisten dolayı hiçbirşey göremedim. Sarp yamaçların arasına saklanmış bir yaylaydı.
Galler Düzüne doğru devam ettim. Stabilize yolda sıkıcı bir yürüyüşün ardından Çaymakçur yol ayrımına ulaştım.
Yolun solundaki bir düzlükte mola verip birşeyler atıştırdım. Hemen yanımda arı sandıkları olsa da burası kamp için uygun bir yerdi. Ancak vakit erken olduğu için devam ettim. Zaman zaman telefonumdan konumuma bakarak rotamı kontrol ediyordum. Yukarı Çaymakçur’da kamp atabileceğime karar verdim. Aşağı Çaymakçur’un güzel ve ıssız evlerinin yanından geçip Yukarı Çaymakçur’a ulaştığımda gördüğüm manzara hayalimdekiyle hiç örtüşmüyordu.
Ben Kavrun gibi, alpin çayırlar arasında bir yayla hayal etmiştim ancak ortalık yüksek boylu bitkiler ve engebeli arazi ile kaplıydı. Kamp yeri soracak kimseye rastlamadım. Mecburen araç yolundan patikaya girdim ve devam ettim. Vakit itibariyle kamp atmam gerekiyordu ancak düzlük yoktu. Tempomu biraz daha arttırıp ilk göle ulaştım. Sis nedeniyle az olan görüş mesafesinde ideal bir kamp alanı bulamadım.
GPS’ten baktığımda kalan vakitte kamp için uygun olduğuna emin olduğum diğer göllere ulaşabileceğimi anladım ve devam ettim. Gün batımına 30 dakika kala çıkmam gereken son bölüm karşımdaydı ve aşmam gereken geçiti görebiliyordum.
Ancak bir sorun vardı; patikaya girebilmek için öncelikle önümdeki kar kulvarını aşmam gerekiyordu. Karı yokladım, hiç sağlam değildi, paletli patonumla dahi biraz bastırınca çöküyordu. Kar çizgisi boyumca ilerleyip güvenli bir geçiş bölgesi aradım ama nafile. İnmem gereken çanağın tüm yüzeyi dairesel şekilde kar tabakasıyla çevrelenmişti. Geçmemin olanaksız olduğuna karar verdim. Bu yüzden hava kararmadan önceki 30 dakikada geceyi geçirebileceğim bir yer bulup yerleşmem gerekiyordu artık. Her yanım çarşak…
Bulunduğum vadide ileri doğru ilerleyip seti aşınca küçük göller ile karşılaştım. Biraz eğimli olsa da bir çadır kondurabilecek kadar uygun bir yer gördüm. Hemen çadırımı kurup yerleştim. İlk başta tek sorun ıslak giysilerim nedeniyle üşümemdi. Kuru, çadır giysilerimi giyip kahve hazırladım ve ısındım.
İlerleyen saatlerde ansızın şiddetli rüzgarlar esmeye başladı. Şans eseri çadırım en uygun yerinden rüzgar alıyordu. Açısı doğru olduğundan ve iyi sabitlenmiş oldğundam çadır çok sallanmıyordu ancak çok şiddetli rüzgar nedeniyle türbülansa girmiş gibi titriyordu. Önlememi aldım, her an çadırdan çıkıp aşağı gidebilecekmiş gibi çantamı hazırladım ve yatmaya devam ettim. Gece boyunca hiç uyuyamadım. Dinlenmek ve güzel vakit geçirmek için başladığım yolculuğun ilk gününün bu şekilde geçmesi hoş olmadı. Hatta o uykusuz gece yüksek dağlara bakışımı değiştirdi desem doğru olur.
Ayrıca saatlerce beklediğim gürültülü ortamdan sonra ertesi gün ne olursa olsun Kavrun’a ulaşıp orada kalmaya ve sonraki günlerde de 2000 metre civarında kamp atmaya karar verdim.
Derim düşünceler içinde sabaha karşı uyuyakalmışım. Çadırdan çıktığımda hala esinti vardı. Hızlıca toplanıp kar çanağının başına gittim.
Dün bir ucuna kadar yürümüş geçişe uygun olmadığını anlamıştım. Diğer uca yürüdüm ve karların eridiği bir bölgeden çarşağı geçip patikaya yöneldim.
Geçide ulaştığımda bir göl manzarası beni karşıladı.
Fotoğraf çektikten sonra daha büyük olanına yöneldim. Yanına inip çantamı bıraktım ve “bugün burada mı kalsam diye düşünmeye başladım”. Bu düşünceler esnasında yine onu farkettim. Hala rüzgar esiyordu… Rüzgarına da başlarım, gölüne de diyerek çantamı sırtlandım ve doğruca Kavrun yolunu tuttum.
Öğle saatlerinde Yukarı Kavrun’a ulaştım.
O gün yeşil yola bakmak haricinde yemek yemek için girdiğim pansiyondan dışarı çıkmadım. Yıkadığım çorabımı sobada kuruturken yaktım. Çorap erimiş olsa da elden geçirip tekrar giyilebilecek hale getirdim. İki çift trekking çorabım vardı. Yalçın Abi’ye Samistal’e giden patikayı sordum ortada patika olmadığını, o rotaya girip kaybolan çok kişi olduğunu söyledi. Buradan Ayder’e dönmek gibi bir niyetim yoktu. En azından rotayı denemeye kararlıydım. O gece güzel bir uyku çektim ve önceki günün acısını çıkardım.
Uyandığımda hava çişeliyordu. Yağmuru izlemek güzel olsa da yağmur altında birşeyler yapmaktan pek hoşlanmıyorum. Kahvaltımı yaptıktan sonra Şahin Abi ile vedalaşıp ayrıldım. Ayrılırken yabancı bir yürüyüş grubu ve Türk rehberleriyle karşılaştım. O da rotanın kötü olduğunu söyledi. Arkadaşıyla o rotayı yürümüşler ancak yanlarına rotayı bilen başka bir rehber daha almışlar. Yine de çok zorlandık yolu bulmakta dedi.
Biraz yukarıda kalan bakkala girip yanıma bisküvi, çikolata ve poğaça aldım. Bakkalın sahibine rotayı sorduğumda gösteremedi, çünkü hava sisliydi. Ancak çok kabaca tarif etti ve bir geçide ulaşmam gerektiğini söyledi, eğer geçidi kaçırırsam çok kötü bir yola girip Aşağı Kavrun’a ineceğimi söyledi.
Orux Maps’i açarak rotaya girmeden önce iyice inceledim. İndirmiş olduğum haritada Samistal’e giden bir patika işaretlenmişti. Özellikle kaçırmamam söylenen “dikey sırt” ın ve geçidin konumlarını iyice inceledim.
Dik bir şekilde yamaçta yükselmeye başladım. GPS kullanabiliyor olsam da sürekli işaretlenmiş olan patikayı kaçırıyordum çünkü haritada işaretlenmiş olan patika gerçekte yok. Genelde konumuma baktığımda ya patikanın aşağısında yada güneyinde kalmış oluyordum. Rotamı düzelte düzelte zirve gibi bir yere yaklaştım ve dikey sırta geldiğimi anladım.
Sıradan bir sırt hattı gibi ancak yatay değilde eğimin doğrultusuna paralel olarak yükseliyordu. Sırtın diğeri (Kuzey) tarafı zaten oldukça sarptı. Rota bir süre böyle yükselip keskin bir şekilde sağa dönecek ve geçide doğru yaklaşmaya başlayacaktı. Her ne kadar sağ taraf hiç geçişe müsait değilmiş gibi görünmese de bir süre sonra eğim ve zemin yapısı düzeldi ve ince bir patika ile sağa, kuzeye doğru ilerlemeye başladım. Buradan sonra birkaç dere vardı ve buralarda su ihtiyacımı giderdim. Sert yükseliş olmadığından rota rahatladı. Birkaç küçük kar kulvarı geçtim, bu defa dünkiler gibi batak değildi.
Geçide yaklaşırken eğim tekrar yükseldi ve zaman zaman patikalar görmeye başladım. Ancak bunlar çok kısa süreli patikalardı. GPS olmasa böylesine sisli havada rotayı bulmam imkansızdı. Geçide ulaştığımda çantamı çıkarıp dinlendim. Kavrun’dan aldığım poğaçamı yedim. Artık yapmam gereken vadi tabanındaki derelere ulaşıp onları takip ederek Samistal Yaylası’na ulaşmaktı.
Geçitten ben ayrılırken çarşakta birşeyin dolandığını farkettim. İlk önce taş yuvarlanması sansam da ses önce benim çevremde dolandı, sonra da uzaklaşmaya başladı.
Samistal’e giderken hava yine açmadı. Sabahtan beri yağan çise yüzünden sırıl sıklam oldu. Haritadan bakarak geçitten alçaldım. Dereye ulaştığımda işim kolaylaşmıştı. Dereyi takip ederek aşağı devam ettim. Öğle saatlerinde saatlerinde sisin içerisindeki Samistal’in taş evlerinin silüetlerini seçebiliyordum.
Samistal’e ulaşmış olmak güzeldi ancak ben en azından bir süre çiseden kurtulmak için sığınacak bir yer arıyordum. Yolun solunda, kayanın üzerine tünemiş bir çoban gördüm. Üstü kapalı bir mekan sordum. Ev var dedi ve beni evine götürdü. Çay demleyip yiyecek birşeyler verdi.
Mustafa Amca Kaçkarlardaki son yaylacılardan. Yaşı ilerlemiş olsa da hayvanlarına bakıyor, onlardan elde ettiği sütten yoğurt, peynir, tereyağı ve çökelek yapıp satıyor. İstersem evinde misafir edebileceğini söyledi.
İlk başta Hazindak’a gitmek istesem de bir yayla evinde kalma fırsatını geri çevirmek istemedim. O gece rahat bir yatakta ve üzerimde yorganla rahat bir uyku çektim.
Sabah Mustafa Amca ile vedalaşıp patikanın başlangıcının nerede olduğunu öğrendim ve rotaya girdim.
Samistal’den ayrılırken patikada birkaç kez tereddüte düştüm, çünkü patika bazı yerlerde silinmiş, bazı yerlerde de çok dallanmıştı.
Yukarılar bugün açıktı. Bulutlar yaklaşık 2500 metrede tabaka halinde sona eriyordu. Bunun anlamı az sonra o tabakanın içine girecek olmamdı.
Bulutlarına içine girdiğimde yeniden o ıslaklık geri döndü. Üstten ıslanmasam da ayakkabılarım patikaların etrafını çeviren ıslak otların etkisiyle sırılsıklam oldu.
Likya Yolunu yürüken paramın az olması nedeniyle alamadığım membransız ayakkabılara yine lanet ettim. Her basışta dışarı su fışkırtan ayakkabılarımın ayağıma verdiği huzursuzluk hissiyle Hazindak’a ulaştım.
Burada görmek istediğim biri vardı; yarışta bana yol gösteren çocuk! Evlerinin önüne gittim baktım yine orada. Koşarken ona enerji barı vermiştim, bu sefer de gofretlerimden birini verdim. Büyükleriyle de ayaküstü konuştuk.
O yarışta benim de koştuğumu duyunca muhabbet muhabbeti açtı. Organizasyonda gönüllü olan arkadaşlarım gelmiş evlerine ve birşeyler içmişler. Beni de davet ettiler ancak Amlakit’e gitmek istediğimi söyleyip devam ettim.
Niyetim Amlakit’te vakit geçirip akşama doğru tekrar Hazindak’a gelmek ve Cem’le yıllar önce kamp kurduğumuz yerde tekrar kamp yapmaktı.
Amlakit’e gidince oradakilerle de uzunca bir süre koşu muhabbeti döndü. Giysilerimi kuruttum, güzelce dinlendim ve karnımı doyurdum.
Bu arada kahvehanede çantamı açtığımda telefonumun şarj cihazını ve ve birkaç kabloyu kaybettiğimi farkettim. Tüm cihazlarımı aynı şarj cihazı ile topluca şarj ettiğimden bataryaları bitmemesi için telefonlarımı, müzik çalarımı, kameramı daha bilinçli ve az kullanmaya başladım.
Akşama doğru tekrar Hazindak’a döndüm. Patika giderken de gelirken de tedirgin ediciydi. Taze ayı izleri vardı.
Hazindak’ın karşısındaki sırta vardığımda hava çiselemeye devam ediyordu. Hem kendimi hem de çadırı daha fazla ıslatmak istemediğimden bir süre beklemeye karar verdim. Bir ağacın altındaki masaya oturup bekledim ancak değişen birşey olmadı. Kalkıp çadırı kurdum ve içine girdim. Hesapta olmayan birşey vardı; sinekler.
Gece botunca beni perişan ettiler. Daha önce hiç böylesine bir durumla karşılaşmamıştım. O kadar çok fazlalardı ki çadırın tavanına ışık tutup toplanmalarını bekliyor, sonrasında öldürüyordum. Ancak bitmeleri tabiki söz konusu değildi. Çantadan birşey almak için yada yemek yapmak için iç tentenin fermuarını açtığımda bir o kadar daha içeri doluyordu. Çamlıhemşin’deki market sahibinin tavsiyesine uymamın bana çok pahalıya patladığı ortadaydı. Normalde daima sinek kovucu losyon taşıyordum.
Sineklerle uğraşmaktan, kaşınmaktan sabahı zor ettim. Gün doğduğunda hava hala çiseliyordu. Oysa ben bisiklet turunda olduğu gibi burada güzel bir manzara izlemeyi hatta güzel timelapse’lar çekmeyi hayal ediyordum. Çisenin durmayacağını anlayınca toparlanmaya başladım. Lanet ederek ıslak çadırı çantaya doldurdum. Sinek ısırıkları hiç azımsanacak gibi değildi.
Hazindak’ta dün sohbet ettiğim insanlara veda edip ayrıldım. Yol Pokut’a kadar sıkıcı. Ultrada da çok sıkılmıştım bu etapta. Yine de koşarken ki kadar sıkıcı olmadı. Hava elbette kapalıydı. Pokut yakınlarında bir patikanın araç yolundan ayrılıp Pokut’a ilerlediğini gördüm. Patika çok çamura bulanmış olsa da daha eğlenceli olması için girdim. Sisler içinde Pokut’u zar zor seçtim. Hayvanlarını otlatan bir amcayla uzunca bir süre sohbet ettik.
Bisiklet turu yaparken bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine gidip pek memnun kalmadığımız oldukça popüler bir mekana gitmeye karar verdim tekrar. Girişinde birine rastladım ve selam verip içeri yöneldim. Arkamdan ne için geldiğimi sordu, yemek yeyip biraz oturup dinlenmek istediğimi söyledim. Tur geleceğini yerleri olmadığını söyledi, çok zor durumdaysan gir dedi. Başka yere gitmemi tavsiye etti. Şaşırsam da birşey demeden ayrıldım ve daha önce de uğradığımız Pokut Doğa Konukevi’ne gittim.
Daha önce burada çalışan Gürcü bir abla olduğunu hatırlıyordum. Çalışanın yine Gürcü olduğunu öğrenince sordum ancak farklı kişiymiş. Çok güzel ezogelin çorbası vardı ve şansımı iki tabak çorba içerek için kullandım. Bir şarj cihazını telefonuma uydurdum ve telefonumu şarj ettim. Konukevine gelen kişilerle uzun uzun sohbet ettim. Herkes Mustafa Amca’yı tanıyormuş. Buradan yine memnun kaldım. Yanan soba da ayakkabılarımı da kurutabildim.
Akşama doğru çadır kurmak üzere ayrıldım. Havanın yine kapalı ve çiseli olduğunu artık belirtmeme gerek yok sanırım. Daha önce çadır kurduğumuz yere, yaylanın tepesindeki mezarlığın hemen yanına çadırımı kurdum.
Sinekler eşliğinde kabus gibi bir gece daha geçirdim. Ne kadar durumdan hoşnut olmasam da yarın itibariyle bunların geride kalacağı ihtimali içimi rahatlatıyordu.
Sabah uyandım, elime telefonu alıp video kaydını açtım ve tenteleri açtım.
Aşağılarda bir bulut, tepemde bir bulut. Karanlık ama en azından yağış yoktu.
Toparlanıp yola koyuldum. Önümde uzunca bir iniş vardı. İlk başlarda araç denk getirebileceğimi düşünüyordum ancak olmadı. Şenyuva’ya kadar, tempolu ve sıkıcı bir yürüyüş yaptım.
Çinçiva Kafe’ye varınca otostop için temizlendim ve temiz giysilerimi giydim. İki poğaça satın aldım. Hava burada güzeldi. Görece güzel desem daha doğru olur.
Kısa bir süre yürüyüp otostop çektim ve bir araba durdu. Pazar’a gidiyorlarmış, benim için güzel haber. Arabadakiler beni yaylalarına, Apivanak’a davet etti. Yaylada çobanları ve çadırları varmış. Çadır ve yiyeceği dert etme, gel dediler.
Pazar’a araç bulmanın mutluluğunu yaşarken Taşmektep Otel’in önünde yolun kesildiğini gördüm. Yoldaki heyelan nedeniyle yol sanırım iki saat kapalı kaldı. Açıldığına rahat bir nefes aldım. Ben Pazar’a girmeden sahil yolunda indim. Burada da uzun sayılmayacak bir süre otostop denedim. Ümidi kesmişken gürcü plakalı bir BMW durdu. Bu yollarda Gürcü sürücülerin otostopçu aldığına denk gelmemiştim. Bu yüzden şoföre ilk sorum “Türkmüsünüz?” oldu. Evet öyleymiş. İki haftada bir izni varmış ve operatörlük yapıyormuş. Benim için en güzel yanı da Trabzon’a gidiyor olmasıydı. Adeta süzülerek Trabzon’a ulaştığımızda benim için bir macera daha son bulmuştu.
İşler pek istediğim gibi gitmese de elime geçen fırsatı güzel değerlendirebilmiştim. Yıllar sonra hatırlayıp mutlu olabileceğim birçok anım daha vardı artık…