St. Paul Trail (Eğirdir – Perge Antik Kenti)

Başlangıç

Bu yürüyüş rotası uzunca bir süredir aklımdaydı. Ancak henüz sırası gelmediği için pek araştırmamıştım. Bu nedenle rotaya oldukça yabancıydım. Frig Yolunu yürümeden önce Rota-3’ü hakkında aklımda şüpheler oluşmaya başlayınca ufak ufak St. Paul Yolunu araştırmaya başlamıştım. Frig Yolunun ikinci yarısını yürürken, artık bu yolun üçüncü rotasını yürümeyeceğimi biliyordum. Bu yüzden İstanbul’daki kardeşimle konuşarak benim için rehber kitabı sipariş etmesini istemiştim. Zamanlamamı kestiremediğim için kitabın İstanbul’a gitmesi mantıklı olacaktı. Bana kitap ulaşamasa bile, kardeşimin sayfaların fotoğraflarını göndermesi yeterli olacaktı. GPS verisi olarak ise daha önce yürüyen bir çiftin sayfasından aldığım GPS verisini kullandım. Bu veri kitapta anlatılan rotayı birebir takip etmiyor, zaman zaman alternatifler kullanıyor ve kayıt sıklığı düşük olduğu için keskin detaylarda rotanın sağlıklı olarak takip edilmesine olanak sağlamıyordu. Yolu birebir yürümek gibi bir isteğim olmadığı için bu veriyi kullanmaya karar verdim. Zaten pek alternatifim yoktu. Ek olarak Orux Maps uygulamasını ve bu uygulama için indirdiğim topoğrafik Türkiye haritasını kullandım. Zaman zaman farklılıklar gösterse de yürüyüş rotası harita üzerinde işaretliydi. Kitabın İstanbul’a ulaşması bir haftaya yakın sürdü, hatta ben yola kitaptaki bilgilerden mahrum çıkacağımı düşünmeye başlamıştım.

Kitap, benim Isparta’ya vardığım gün kardeşime ulaştığında kardeşimin kitabı bana yollama şansı kalmamıştı. Önceden planladığımız gibi fotoğraflarını çekip bana yolladı. Ben de telefonumdan bu fotoğraflara bakarak, ihtiyaç duyduğum bilgileri edindim.

Frig Yolu’nun hedeflediğim kısmını tamamlar tamamlamaz rotanın sonu olan Yenice Çiftliğinden otostop ile Kütahya Terminaline geçtim. 12:00 otobüsüne bilet aldım. Keyifli bir yolculuk ile Ispartaya ulaşınca aynı firmanın servisiyle Köy Terminaline gitmek üzere yola koyuldum.  Eğirdir otobüsünü yolda yakaladık ve böylece köy terminaline gitmeme gerek kalmadı. Yolda, Eğirdir yakınlarında otobüsün arka teker çiftlerinden biri patladı. Yavaş giderek Eğirdir’e ulaştık. Eğirdir’in yamaçlarına kurulduğu Sivri Dağ çok heybetli görünüyordu. Vakit kaybetmeden eksiklerimi tamamladım ancak havanın fırtınalı olmasından dolayı olsa gerek üzerimde bir üşengeçlik vardı.

20160608_175644

Hem ilerleyen vakit, hem sert rüzgarlı hava, hem de ileride kamp için uygun bir alan bulup bulamayacağım konusundaki kararsızlığım nedeniyle pansiyonları araştırarak uygun birini ayarladım. Pansiyon ararken girdiğim bir hostel da yola dair güzel bilgiler edindim. Burada rotanın İngilizce rehber kitabı vardı. Bunun içinden işime yarayabilecek kısımları not ettim. Rotanın düşündüğümden daha zor olduğunu anladım. Bu da beni endişelendirdi.

20160608_193811

Geceyi geçirdiğim oda, bugüne kadar kaldığım en güzel odalardan biriydi. Kesik kesik olsa da verimli bir uyku çektim.

20160608_201043

20160608_195629

1. Gün

20160609_075107

Araç yolunu takip ederek Eğirdir’den yükselmeye başladım. Ben yokuş yukarı ilerledikçe arkamda Eğirdir Gölü manzarası genişliyor, Eğirdir ise git gide küçülüyordu.

20160609_090756

Maden ocaklarından geçerken  rotayı karıştırıp fazlaca yükselmişim. Durumu farkedip alçalarak yeniden rotaya girdim. Maden ocaklarının yaptığı tahribatı rota boyunca görmek mümkün.

20160609_095108

Yol çok keyifliydi.  Harika platolardan geçerek ilerledim. Takip etmekte olduğum rotanın, kitapta yazılanın aksine, Davraz’a uğramadığını farketim. Buna rağmen yürümekte olduğum rota işaretliydi, yani alternatif bir rotadaydım.

20160609_104541

20160609_105722

20160609_122723

20160609_105502

Kasnak ormanındaki rota değişikliği nedeniyle rotayı yeniden kaçırdım. Tekrar yakalamam epey zor oldu, çok yoruldum. İlerlemeye çalıştığım zeminde toprak ve taşlar stabil değildi. Çarşakta yürümek tedirgin ediciydi.

20160609_135225 Kasnak Meşesi Ormanı.

Kasnak ormanının tepesine varıp, araç yoluna ulaşınca yolu takip ederek Yukarı Gökdere’nin yukarısında bulunan çayırlık alana ulaştım.

20160609_152619 Yukarı Gökdere Köyüne yaklaşırken. İleride Kovada Gölü.

Bu alanda kamp yapmayı planlamıştım ancak buradaki köylüler Yukarı Gökdere Köyüne inersem daha rahat edeceğimi söylediler. Orada bir süre dinlendikten sonra Yukarı Gökdere Köyüne devam ettim.

20160609_163550 Yukarı Gökdere Köyü ve hemen üzerinde bulunan gölet.

Bir bakkalın önünde oturup telefonumu ve saatimi şarj ettim, ayrılırken, çadır kurduğumda yemek üzere bir kavun aldım. Köyün çıkışındaki mezarlığın, musalla taşının yanına çadırımı kurdum. Yolun hemen karşısında çeşme, onun arkasında da baz istasyonları vardı.

Su konusunda temkinli davranıp yanıma 3 litre su almıştım ancak rota üzerinde yeterince su kaynağı vardı. Bundan sonraki günlerde yürüyüş esnasında yanımda daha az su taşıdım. Ancak güneş alçalmaya başladığında, eğer bilmediğim ıssız bir yerde kamp yapmayı planlıyorsam, yanımdaki şişeleri tamamen doldurup gece için yeterince suyum olmasına özen gösteriyordum.

2. Gün

Keyifsiz bir geceydi. Yanımdaki tarlaya gece -muhtemelen hayvaları uzak tutsun diye- teyp koymuşlar. Sabaha kadar sureler okundu; arapça, farsça ve ruşça şarkılar çaldı; konuşmalar yapıldı. En son hatırladığım “Macarena” çalıyordu.

20160610_071839

Sabah, çadırın dışına çise yağmış, iç taraftan da terleme yapınca çadır sırılsıklam olmuştu. Sabah ayazında ıslak çadır toplamak zorunda kalmak hep sinirimi bozmuştur. Eşyalarımı toplayıp yola çıktım. Elimdeki kavun çöplerini atacak çöp bulamayınca birkaç kilometre taşımam gerekti. Önce Serpilköy’e ulaştım. Buradan sonra doğruca tepeye doğru tırmanmaya başladım.

20160610_074409 Serpilköy’den yükselirken geride bırakmakta olduğum vadi manzarası.

Patika, başlangıçta çalılık olsa da sonradan yerini belirgin bir hatta bıraktı. Patikanın bazı kısımları oldukça geniş ve iyi korunmuştu.

20160610_083542

Tepeye yaklaşırken zikzak çizen patikadan ayrılıp dik olarak yükselince rotayı kaçırsam da kısa bir arayıştan sonra patikaya tekrar girebildim. Uzun bir plato geçişi sonrası sonrasında rotayı yeniden kaybettim. Sanırım birde yanlış geçitten başka bir vadiye ulaştım ve rotadan iyice uzaklaştım. Rotaya tekrar girmeye çalışırken epey zaman kaybettim ve sarp yerlerden geçmek durumunda kaldım. Daha temkinli gitmem gerektiğini anlamış oldum.

20160610_115227

Devam ederek önce Asker Çeşmesine, peşinden tepemdeki son derece rahatsız edici güneş eşliğinde çok dik bir orman yolu çıkışını takip eden iniş ile birlikte Sipahiler Köyüne ulaştım.

20160610_122638 Asker Çeşmesi.

Rota Sipahiler Köyünün kenarından, köye girmeden devam ediyordu. Bakkala uğramak için ben rotadan ayrıldım. Burada birşeyler atıştırıp elektronik cihazlarımı şarj ettim. Eğirdir’deki konuşmadan ve kitabın sayfalarından edindiğim bilgilere göre rotanın bundan sonraki kısmı zor olmalıydı, kendimi buna hazırladım. Bakkal’dan ayrıldıktan sonra, rotadan çıktığım yere gelip yürüyüşe devam ettim.

20160610_131211 Sipahiler Köyü.

İlk başta rahat, keyifli ve manzaralı bir yoldan yürüyerek asfalt bir yola bağlanıp vadi tabanındaki dereye ulaştım. Yürümekte olduğum yoldan bir köprü geçişinin ardından ayrılıp, dere yatağına indiğimde artık bir kanyonunda içerisinde yürümekteydim. Oldukça tedirgin edici ve korkutucu geçişeler vardı. Düşündüğümden daha sert bir etaptı. Tek olmam işi daha da zorlaştırıyordu. Bazı kısımlarda sırtımdaki çantanın ağırlığından dolayı olması gerekenden fazla zorlandım.

20160610_165829

Yoruldukça susamaya başladım ancak kamp yeri aramakta olduğum için elimdeki suları kullanmak istemiyordum. Yinede bir süre sonra içmem gerekti. En kötü senaryo deredeki suyu kaynatıp içmekti, dere yatağında kaldığım sürece yavaş da olsa içilebilir su elde edebilirdim. 1,5lt suyum çok kısa zamanda tükendi. Su damlayan mağaramsı bir yerde şişeyi doldurmayı denedim ancak seyrek düşen damlalarla şişenin kolayca dolmayacağını anlamam çok sürmedi. Çiseleyen yağmurla birlikte rota daha da zor bir hale geldi. Oldukça dik iniş yaptığım bir kaya etabında yosunların arasında oldukça iyi kamufle olmuş bir kırkayak yavrusu görünce tedirginliğim iyice arttı. Artık dokunduğum yerleri daha iyi seçmeye çalışıyordum. Kamp yerlerinden geçsem de atıştırmakta olan yağmur nedeniyle kanyonun içerisinde kalmayı riskli bulduğumdan yorgun olsam da yürüyüşümü sürdürdüm.

20160610_173301

Nihayet, benim için kanyonun sonu olan traktör yoluna ulaştım. Burada vadi genişliyor, suyun debisi düşüyordu. Derenin hemen yukarısında çiçekler arasında bir çadır yeri buldum. Yeterince düzdü. Islak çadırımı kuruması için hazılıca kurduktan sonra yanıma ocağımı, su şişelerimi, temiz çadır giysilerimi, alarak nehre döndüm. Ocakta dereden alınmış su kaynarken, bende kendimi derenin serin sularına bıraktım. Arada terli giysilerimi de bir güzel yıkadım. Bu zor etabın ardından ortamın keyfini çıkarmak çok güzeldi.

20160610_202002

Ocakta yavaş kaynayan su ile susuzluğumu gideremeyeceğimi anladım. Bu yüzden su kaynatmayı bırakıp nehrin debisi yüksek bir yerinden şişelerimi doldurdum. Suyun tadı güzeldi, doya doya içtim. Şişelerimi tekrar doldurduktan sonra çadırıma gittim. Gece çadırı ne olduğunu anlayamadığım bir hayvan ziyaret etti, hala anlayabilmiş değilim. Sürekli bir hırlama ve kesik kesik koklama sesi vardı. Gece uykum sık sık bölündü. Sabah 06:10’da uyandığımda hala uykum vardı.

3. Gün

Sabah uyandığımda hala uykum vardı. Ansızın tekrar uykuya daldığımı farkedince uyuyakalmamak için çareyi tulumumdan çıkmakta buldum. Tam olarak hazırlanmam 07:30’u buldu. Dereyi karşıya geçip yola koyuldum. Kısa süre sonra harika bir kamp alanı ile karşılaştım. Bir ağacın altından su çıkmaktaydı ve ortam çadır kurmak için gayet uygundu.

20160611_072031 Dere Yatağının biraz yukarısında kalan bir su kaynağı. Kamp için oldukça ideal.

Kısa bir süre sonra yine işaret göremez oldum. Uzun otların bulunduğu bir düzlükte işaret ararken sabah çisesinden dolayı ayaklarım sırılsıklam oldu. Zor da olsa işareti bulup yeniden rotaya girdim. Bir süre sonra patika kavşak noktasına ulaştım. Geldiğim yön doğruydu ve beni eski bir at arabası yoluna çıkarıyordu. Karşımda devam eden bir patika, solumda X işareti vardı. X işareti olan yöne gitmeyeceğimi biliyordum. Yukarı devam eden yola baktım, işaret yoktu. Sağa doğru devam eden eski yolda da aynı şekilde işaret bulamadım. Sabah sabah karşılaştığım bu belirsizlik canımı sıktı.

20160611_080444 Asfalt yol üzerinde bir su kaynağı.

Duyduğum araç seslerinden yukarımda bir yol olduğunu anladım. Telefonumda kayıtlı olan haritaya baktığımda ise takip etmem gereken rotanın ileride bu yola birleşeceği görünüyordu. Daha fazla işaret aramak yerine bir sonraki yol ayrımına kadar asfalt yoldan yürümeye karar verdim. Dimdik yukarı çıkıp asfalt yola ulaştım ve sağa dönerek yolu takip ettim. Bu şekilde Adada’ya giden patikanın asfalt yoldan karşıya geçtiği noktaya kadar yürüdüm, sonrasında yine patikaya girdim, tabiki yine kayboldum.

20160611_081610

Durumu toparlayarak bir şekilde Adada’ya ulaştım.

20160611_085308

Antik kentte gezinirken arkamdan birinin yaklaştığını sezdim. Antik kentin bekçisiymiş. Antik yapılar ve bu kent hakkındaki sorularıma yanıt buldum.

20160611_090011

Çay demlemeyi teklif etti ancak vakit erken olduğu için yola devam etmek istiyordum. Bekçi kulübesinin yanında dinlenip su içtim, sohbet ettik.

20160611_093030

İkram ettiği su ile şişelerimi doldurdum, yol tarifi alarak yola devam ettim. Rota üzerinde çok güzel, geniş bir taş yoldan geçtim. Bazı kısımları güzel korunmuştu.

20160611_095531 Taş yol.

Asfalt yola yaklaşırken, saatimdeki rotanın tepelik bir yeri gösterdiğini farkettim. Telefonumdaki harita ise asfalt yoldan devam ediyordu. Açıkçası canım dağ bayırla uğraşmak, rotayı bulmakla cebelleşmek yerine mesafe katetmek; biryerlerde oturup dinlenmek istiyordu. Yinede işaretleri takip etmeyi ve beni götürecekleri rotayı takip etmeye karar verdim. İçimden geçen oldu ve işaretler beni asfalta çıkardı. Asfalt yolda, dut yiyerek renklendirmeye çalıştığım sıkıcı bir yürüyüş ile, yıpratıcı olsa da Sütçüler’e ulaştım.

20160611_120041

Birkaç saat bir kahvehanede oturdum. Bu sırada iyice dinlendim, yemeğimi yedim, çay içtim ve elektronik cihazlarımı şarj ettim. Fazlalık olan malzemelerimi eve yollamak istemiştim ancak iki kere yokladığım PTT Şubesi kapalıydı. Sonuç olarak fazlalık eşyalarımdan kurtulamadan yola çıkmak için hazırlanmaya başladım. Ben hazırlanırken dışarıda yağmur yağmaya başlayınca kahvehanede oturup yağmurun dinmesini bekledim, dinince vakit kaybetmeden yola koyuldum. Köyün çıkışında bir kanalizasyon şebekesinin akarından geçtim, çok kötüydü. Zaman zaman patikayı bulmakta zorlandım. Dere yatağı ve yan kısımlarının tahrip edilmiş olması işaretlerin bulunmasını da zorlaştırmıştı. Birkaç defa dereyi geçmek durumunda kaldım. Pis ve tahrip olmuş dere yatağından geçmeye çalışmak keyifli değildi. Patikalar yağmur nedeniyle çok kötü bir hale gelmişti, dik çıkışlarda çamur nedeniyle hareket etmek güçleşiyordu. Hal böyle olunca Yazılı Kanyon’a o gün girmemeye karar verdim, ertesi güne bırakacaktım.

20160611_150305 Sütçüler’den Yazılı Kanyon’a doğru bir bakış.

Çürük Köyünün karşısındaki bir çeşmenin başında oyalandım. Giysilerimi yıkadım, yemek pişirdim, kamp setimi yıkadım. Buraya inerken geçtiğim bir düzlüğün kamp için uygun olduğunu düşünerek tekrar oraya dönmeye karar verdim. Çürük Köyünün karşısına kampımı kurdum. Çadır sabah yağmış olan çise nedeniyle hala sırılsıklamdı. Hatta içinde biriken suyu çadırı ters çevirerek dışarı döktüm. Sonraki gün yürüyeceğim rota için oldukça endişeliydim. Kitapta okuduklarım beni korkutuyor, daha önce geçtiğim dere yatağı gibi bir rotadan geçme ihtimali beni düşündürüyordu. O gün kendimi zor bir rotaya hazırladım.

20160611_191826 Telefonla görüşebilmek için çıktığım bir tepeden kamp alanım.

4. Gün

Sabah 06:00 gibi uyandım. Biraz daha uyumayı denesem de olmadı. Aklım kanyondaydı. Çadır her zamanki gibi sırıl sıklam olmuştu. Saat 7 olmadan hazırlıklarımı tamamladım. Yola çıktıktan kısa bir süre sonra işaretleri kaybetim, rotaya tekrar girmem zor olmadı. Köyün girişinde yine işaretleri kaybettim. Bu defa yolu bulmakta zorlandım.

20160612_064941

Rota bahçenin içerisinden geçiyormuş gibi görünüyordu. Bahçeye girsem de devamı gelmedi, bahçeden çıkıp köyün içine ulaşamayınca köyün etrafından dönmeye karar vererek geri döndüm. Yorucu, vakit kaybettirici ve sinir bozucu bir girişimdi ancak başka çözüm bulamamıştım. Toprak bir araç yolunu takip ederek kanyona yaklaşmaya başladım. Yol bitiminde yine işaret sorunu yaşadım çünkü işaretler iki farklı yönü gösteriyordu. Dijital haritamda gösterilen yolu seçip o tarafa devam ettim.

20160612_082600 Kanyonun sırtına doğru yükselirken.

Pek yakında içine gireceğim kanyonun sırtına tırmanan patika sert ve kayalık görünüyordu. Kafamı kurcalayan iniş öncesinde sert bir çıkış vardı. Batonlarımı çıkardım ve çantama sabitledim. Sırta ulaştığımda oldukça güzel bir manzara karşıladı beni.

20160612_085030 Kanyon sırtından manzara.

Bir an önce Çandır’a ulaşmak istediğimden çok oyalanmadan devam ettim. Teknik kısımlar beklediğim kadar zor değildi; aksine eğlenceliydi. Bu etabı şahsen çok eğlenceli buldum.

20160612_091416 İnişte karşılaştığım bir bolt. Yanlış hatırlamıyorsam burada dört adet bolt saydım. Bu boltlara bir zincir yerleştirmek kullanışlı olabilir.

Daha önce geçtiğim dere yatağı etabı çok daha zordu. Gerginliğim yerini sevince bıraktı. Kayalık kısım iki vadiyi birbirine bağlayan bir sırtta tamamen son buldu.

20160612_094934

Bundan sonrası aşağıya kadar çam ağaçları arasında devam eden, temiz zeminli bir etaptı.

20160612_090444 Karacaören Baraj Gölü – I ve Çandır.

Kolay olacağını düşünmüştüm ancak yüksek eğim ve hızlı hareket edildiğinde kayan zeminde ilerlemek dizlerim için yorucu, benim için sıkıcı oldu. Vadi tabanındaki yola ulaşınca rahatladım.

20160612_102615

Yazılı Kanyon.

Dere sürekli sağımda kalacak şekilde yürümeye devam ettim.

20160612_103944 Kanyona adını veren yazıtlardan birisi. Şöyle yazmakta; “Hayırlı Uğurlu olsun” Ey yolcu, yol hazırlığını yap ve koyul yola; şunu bilerek: Hür kişi sadece karakterinde hür olan kişidir. Kişi hürriyetinin ölçüsü bizzat kendi doğasında bulunur. Ve kararında içtenlikliyse hür kişi, yüreğinde ise dürüstlüğü, işte bunlar asil yapar kişiyi. Ve bununla yücelir kişi hatalarla değil. Ana-babadan gelen uydurma bir asaletten tad almaz o; Zira ana-baba değildir hür insanı doğuran. Zeus’tur herkese ata olan ve de tek kök insanoğluna. Herkesin tek şansı vardır, o alır kader icabı beden güzelliğini. Budur say güzelliği ve hür olma hali gerçek anlamda. Ruhen köle olan ise sakınmaz kötü sözden, katmerli köle de olsa. Aşırılıktır şiarı bu kişinin, yüreğinde soysuzluk vardır. Ey yolcu, Epiktetos köle bir anadan doğmuştu ama, yüceydi herkesten bir kartal gibi; bilgelikte ise takdire şayandı ruhu. Söylemem gerekirse, tanrısal bir varlık doğurdu onu. Keşke şimdi de (bu mümkün olsa). Böylesine yararlı ve sevinç kaynağı bir insan. Tüm ünlü kişiler arasında köle bir anadan dünyaya geldi.

Alabalık çiftliğinin olduğu yerde dereyi karşıya geçip etrafa bakındım ve tekrar yürüdüğüm rotaya geri döndüm.

20160612_104804

Keşke gelmeseymişim çünkü yürüdüğüm yol keyifsizdi. Alabalık çiftliğinin hemen yanında şelaleden akan sulardan oluşturulmuş güzel bir havuz vardı. O an yüzen kimse olmadığı için girmeye çekindim ancak daha sonra girmediğime pişman oldum. Hatta geri dönmeyi düşündüm. Kimbilir belki bir daha hiç göremem orayı.

20160612_104659

Çok keyifsiz bir yolu takip ederek Çandır’a ulaştım. Ramazan Ayı nedeniyle  kahvehaneler kapalıydı. Bir kahvehanenin dışarıda olan masalarından birine oturdum. Yandan, bakkaldan birşeyler alıp yedim. Domates, salatalık satılmıyordu. Saatim ilk defa fırtına uyarısı verdi. Bir süre sonra gerçekten de rüzgar çıktı ancak çok şiddetli değildi. Rüzgar çıkınca çadırımı çıkarıp rüzgarda savurarak kuruttum. Dinlenmiş olmanın mutluluğu ile yola koyuldum. Bir zamanlar çok güzel olduğuna emin olduğum bir vadiye girdim. Bir zamanlar diyorum çünkü şuan heryerde maden ocakları var.

20160612_154403

Adeta dağları yıkıyorlardı. Zirvelerde çalışan kepçeler gördüm. Yol üzerinde bolca su kaynağı vardı. Mermer ocaklarının yanlarından geçerken yuvarlanmakta olan taşlardan korkmamak mümkün değil.

20160612_170405

İlk başta hafif yorucu olan eğim sonradan azaldı ve Zeytin Mahallesine ulaştım.

20160612_172719 Zeytin Mahallesine doğru.

Burada kamp kurmak için uygun yerler ve su kaynakları vardı ancak telefonum çekmiyordu. Sabahtan beri durumumla ilgili kimseye haber vermediğimden dolayı telefon çeken biryere ulaşmak istiyordum ancak telefonum bir türlü çekmedi.

20160612_174400(0)

Yolda mermer ocaklarına karşı tepkili bir çobanla karşılaştım. Buraların eski halini hatırladıkça nasıl tepkili olmasın insan? Birkaç dakika sohbetin ardından kamp yeri tavsiyesi alarak ayrıldım. Söylediğine göre yolumun üzerinde, su kaynağı olan bir kamp yeri olmalıydı. İlk başta araç yolunu takip ediyor olsam da daha sonra işaretleri takip etmeye başladım.

20160612_183411(0) Geçide doğru.

Kısa sürede kayboldum. İşaretleme takip edilecek kadar iyi değildi. Ormanın sık olması da rotanın takibini oldukça zorlaştırıyordu. Zar zor araç yoluna tekrar ulaşsam da karar değiştirip başka yerde tekrar patikaya girdim. Rotayı yine zar zor takip ederek etrafı çitlerle çevrili bir alana geldim. Girip girmeyeceğim konusu yine muallaktı çünkü ortada belirgin patika yada işaretleme yoktu. Gün batımı yaklaştığı için daha fazla oyalanacak vaktim olmadığını düşündüm ve merdivenden geçerek çiti aştım.

20160612_192646

İçeride bir süre yürüyünce silik işaretleri ve çadır için uygun olabilecek yerleri keşfetmeye başladım. Biraz daha devam edince ise yalağı gördüm. Tek sorun telefonumun hala çekmiyor oluşuydu. Çantamı bırakarak biraz daha yükseklere çıktım ancak yine çare olmadı. Artık yapabileceğim birşey kalmamıştı. Çadırımın iç tentesini kurduktan sonra çantamı alıp yalağın yanına gittim.

20160612_193524

Ocağıma kaynaması için su koyup ortalıkta kimseler olmadığından emin olduktan sonra günün son ışıklarında, yalaktan şişelerime doldurduğum suyla bir güzel duş aldım. Giysilerimi de yıkadım. Etrafı çevrilmiş alanda sadece koyunlar ve iki inek vardı. Çadırımın dış tentesini kurmadığım için çantamı dışarıya bıraktım. Giysilerimi de kayaların üzerine serdim. Güzel ve oldukça sakin bir gece geçirdim.

5. Gün

20160613_063951
Sabah 6 gibi uyandım. Canım tulumdan dışarı çıkmak istemiyordu. Uzunca bir süre keyif yaptım, yerimden kalkamadım. Güzel haber; sabah çise yağmamıştı. Ayrıca çadırın dış tentesini kullanmadığım için terlemeden dolayı da ıslaklık oluşmamıştı. Hazırlanıp yola koyulmam 07:30’u buldu. Tabiki yine işaret sorunu yaşadım.

20160613_080821

Geçide ulaşana kadar en az iki tane ,suyu bulunan kamp alanında geçtim. Kamp kurmak için gerçekten güzel ve ideal yerlerdi. Geçide yaklaşırken bir araç yoluna bağlanıp bu yolu takip etmeye başladım.

20160613_082214 Geçitten, geldiğim yöne doğru bir bakış.

20160613_082941

Haskızılören’e kadar bu araç yolunu takip ederek gittim.

20160613_092024

20160613_093032

20160613_095043

20160613_102057

20160613_111715 Etraftaki maden ocaklarından sadece biri.

Haskızılören yakınlarında yolun zikzak yaptığı kısımlarda işaretli patikaların kestirme yaparak dik olarak aşağıya indiğini gördüm. Ancak bu patikaların eğimi benim dizlerimi zorladığı için işaretli patikalar yerine araç yolunu takip ederek Haskızılören’e ulaştım ancak burada bakkal olmadığı için oyalanmadan yola devam ettim.

20160613_113452 Haskızılören Köyüne yaklaşırken.
20160613_113829 Haskızılören Köyü.

Bu arada Haskızılören Köyünün girişinde çok tatlı bir teyzeyle sohbet ettim. Köyde bakkal olmadığını ondan öğrendim. En sıkıcı zamanlarda dahi gülümseyen bir yüzle yada ihtiyacınız olup olmadığını soran bir insanla karşılaşmak insanın keyfini yerine getirmeye yetiyor.

Köyden çıkarken yine rotayı kaçırdım. Tekrar girmeyi denerken ise çok yoruldum. Epey tırmanmam gerekti. Eski bir patikayı takip ederek birkaç evden oluşan bir yere ulaştım ve rotaya devam ettim. “Birkaç ev” olarak bahsettiğim yer aslında bakkalına uğramayı düşündüğüm Pınargözü Köyü imiş.

20160613_124538 Pınargözü Köyü.

Ben köyü farkedemediğim için burada bulunan bakkalı da kaçırmış oldum. Yürümekte olduğum vadiden sağa doğru yükselerek başka bir vadiye açılan bir geçide doğru yükselirken de rotayı kaçırdım. Tabiki yine oldukça zorlu oldu. Geçide ulaşıp, geçtikten sonra bir evin yanında yön karmaşası yaşadım.

20160613_135723

Etrafı çevrili bir alan ve bir ev vardı. Ben ne taraftan geçeceğime karar veremedim. Gideceğim yönü seçip devam ettiğimde ise iyi bir seçim olmadığını anladım. Altı dikenlik olan küçük bir kayalıktan inmeye çalışırken evden birisi bana seslendi. Eve davet ettiler. Bu ev Mustafa ve Fatma Yeşil çiftinin eviydi. Çay, lokum ve bisküvi ikram ettiler.

20160613_160330

Sohbet esnasında Pınargözü Köyünü kaçırdığım ortaya çıkınca Fatma Abla hemen bana yolluk hazırlamaya başladı, poşete yufka ve peynir koyduğunu söyledi.

Evin tepesindeki solar panel dikkatimi çekmişti. Kendileri için gerekli olan tüm enerjiyi güneşten depolayabiliyorlarmış. Hatta o panelden üretilen elektrik ile ben de telefon ve saatimi şarj ettim. Yaz – kış orada kaldıklarını söylediler. Hayvanları da vardı.

20160613_161116 Yeşil Ailesi.

Yavru bir keçi, evin kapısı kaçıldığında hemen eve daldı ve etrafta gezinmeye başladı, fırsatı bulunca keçiye yaklaşıp sevdim biraz. İlk defa kendini sevdiren bir keçi görüyordum. Keyiflice vakit geçirdiğim bu iki güzel insandan da tabiki ayrılmam gerekiyordu, yol tarifi alarak tekrar yola koyuldum.

20160613_161457

Rota yine sorunluydu. İşaretleri bulmakta zorlandım ve dikenlerle, çalılarla bolca cebelleştim. Zaman zaman çok keyifsiz ve çaresiz durumda hissettim. Bir yerden sonra ortamın yabaniliğinden dolayı rotayı takip edemez oldum ve “herhangi bir şekilde” aşağıdan geçen bir yola ulaşmaya karar verdim. Zor da olsa aşağıdan geçen yola ulaştım ve takip etmeye başladım. Yolda beni görüp duran bir araçla sohbet ettim. Kısa süre sonra yan yola saparak takip etmekte olduğum rotadan ayrıldım. Devam ederek terkedilmiş, yanında ahır olan bir eve ulaştım. Burada dut ağacı vardı ve boş geçmek olmazdı. Kamp kurulabilir mi diye düşündüm ancak su kaynağı olmadığı için bu düşüncemden vazgeçtim. Tekrar yürümeye başladığımda yine rotayı kaybettim. Güneşin alçalmakta olması nedeniyle hızlı hareket etmeye çalışıyordum ve bu durum beni hataya zorluyordu.

20160613_192010

Sonunda belirgin ve keyifli bir patikada rotayı yakaladım. Patikayı takip etmek kolaydı. Patikanın toprak araç yolu ile birleştiği yerde biriyle karşılaştım. Çadır kurmak için yer tavsiyesi istediğimde beni Kozan Köyüne davet etti. Aracında sorun yaşadığını, halledip yola koyulacağını söyledi. Yola devam ederek Belen Mahallesine ulaştım. Burada gördüğüm yaşlı bir amcayla sohbet etmeye başladım. Bu esnada az önce karşılaştığım, beni köye davet eden kişi aracıyla geldi. Meğer konuşmakta olduğum kişi babasıymış. Konya plakalı araba dikkatimi çekti. Arabaya binmem için ısrarcı olsalar da hiç araç kullanmadığımı, bu şekilde tamamlamak istediğimi söyledim. Kozan Köyündeki camide buluşmak üzere sözleştik ve ayrıldık. Güzel evlerin olduğu bu küçük mahalleden devam ederek rahat bir şekilde Kozan Köyüne ulaştım. Girişte beni turist sana iki kadınla ayaküstü sohbet ettim. Alabalık çiftliği işlettiklerini söyleyip davet ettiler, gitmek istesem de tekrar denk gelemediğimiz için gidemedim. Caminin yanında yolda görüştüğüm baba oğulla tekrar buluştum. Meğer oğul, caminin imamıymış. Mustafa İmam ve babası Mehmet Bey beni caminin misafirhanesinde konuk etti.

20160613_200825

Topladıkları gelirler ile cami lojmanının üzerine kat çıkarak bir misafirhane yaptırmışlar. Yerleri halı kaplı genişçe bir oda, mutfak, duş ve tuvalet kısmından oluşuyor. Bir yürüyüşçü için en can alıcı noktası ise; sıcak su mevcut. Hiç hesapta yokken böyle bir ortamda kendimi bulmam beni çok mutlu etti. Verdikleri leğen ve deterjan ile de bir güzel giysilerimi yıkadım. Akşam Mustafa İmam elinde bir tepsi ile çıkıp gelince bir güzel karnımı da doyurmuş oldum. O gece, St. Paul’de çadır kurmadan geçirdiğim ilk ve son gecem oldu.

6. Gün

20160614_064548 Henüz tamamlanmış olan cami misafirhanesi.

Artık yolun sonunu görebildiğim için sabah kalkmakta hiç acele etmedim. Şansıma hava çok kötü görünüyordu. Dün akşam tüm giysilerimi yıkayıp balkona asmıştım ancak havanın kapalı olması nedeniyle hala ıslaklardı. Bir yandan onların kurumalarını bekliyordum. Boş boş durmaktan canım sıkılınca tekrar yola koyulmaya karar verdim. Herşeyimi hazırladıktan sonra, balkona havalansın diye bıraktığım botlarımı alıp, evin kapısının önüne koymuştum ki yağmur yağmaya başladı. Yağmuru görünce gitmekten vazgeçtim. İçeriye geçmiştim ki Mustafa İmam geldi. Israr etmeme rağmen bana kahvaltı hazırlayacağını söylerek aşağıya, evine indi. Sayesinde Ramazan günü harika bir kahvaltı yaptım. Yağmurun dinmesiyle ben yola koyulmak için hareketlenince, “sana yolu göstereyim” diyerek benimle birlikte geldi. Köyden çıkıp asfalta, oradan da patika girişine gelmiştik ki yeniden yağmur yağmaya başladı. Oradaki terkedilmiş bir eve sığınarak yağmurun dinmesini bekledik.

20160614_094811

Yağmurun hafiflemesiyle patikaya girip yürümeye başladık. ilk başlarda patika çok yabani, sıkıydı. Çalılıklar yolu fazlaca kapatmıştı ve bu nedenle geçişler oldukça zorlayıcı bir hale geliyordu. Vücudumda fazlaca çizikler oluştu, kuruması için çantamın yanına astığım t-shirt çalılar ve dikenler nedeniyle yırtılarak giyilemeyecek hale geldi, çöpe gitti. Pednelissos Antik Kentini Mustafa İmam ile beraber gezdik.

20160614_100816

20160614_103405

Toprak bir araç yolunu takip ederek bir yol ayrımına geldik. Saatimdeki rotaya göre sola sapmam gerekiyordu. Mustafa İmam ise kendisiyle beraber sağdan giden yolu takip ederek yine Kozan Köyü üzerinden geçerek yola devam edebileceğimi, birçok kişinin bu şekilde yürüdüğünü söyledi. Sonrasında Mustafa İmam’ın deyimiyle “organik olsun” diyerek sola doğru devam etmeye karar verdim. Bu nedenle Mutafa İmam ile vedalaşarak ayrıldık. Sonraki kısım şelalelere kadar oldukça keyifliydi.

20160614_114828(0)

Şelalelere yaklaşırken oldukça sık bir ortamda açılmış güzel ve temiz patikalardan, ağaç tünellerinden geçmeye başladım. İlk önce Kral Havuzuna, sonrasında belirgin patikayı takip ederek bir şelaleye ulaştım.

20160614_114730 Kral Havuzu.

Çok güzel ve doğal görünüyordu ancak su çok soğuktu. ilk denemede giremesem de, ikinci denemede suya girdim ve yüzdüm. Ben bu şelaleyi Uçansu – 1 sanmıştım ancak öyle değilmiş.

PANO_20160614_131247 Uçansu – 2 Şelalesi.

Bu şelaleye gelen patika oldukça belirgindi ancak patika burada bitiyor, devam etmiyordu. Bu yüzden geri dönüp gözden kaçırdığım yol ayrımını; Uçansu-1’e doğru devam eden patikayı aradım. Telefonumdaki dijital haritada gösterilen rota, girişinde (X) işareti olan bir yönü gösteriyordu. Alternatifim olmadığı için bu yola sapıp devam ettim. Bir süre sonra patikanın oldukça iyi durumda olduğunu gördüm, peşinden de işaretlenmiş olduğunu gördüm. Zaten buraya sapmasam geldiğim yöne, Kozan Köyüne doğru gidiyor olacaktım. Genel olarak rahat ve takibi kolay olan bu patika beni sert bir inişle Uçansu-1 şelalesine indirdi. Buradaki işletme terkedilmiş durumdaydı. Çardakta oturup yemeğimi yedim. Yağmur yağmaya başlasa da aldırış etmeden şalaleye girip yüzdüm.

PANO_20160614_144916 Uçansu – I Şelalesi.

Buradan sonra uzun ve sıkıcı bir orman yolundan yürüyerek rotaya devam ettim. Zaman zaman dereyi geçmem gerekiyordu, ayakkabılarımı çok ıslatmadan bunu başarabildim. Akçapınar Köyünün yanında geçerek düzlük tarlaların arasından geçen yolları takip etmeye başladım.

20160614_170037

Arasıra küçük mahallelerden geçiyor, selamsız ve boş boş bakan insanlarla karşılaşıyordum. Şahsen ben bu tür durumlarla karşılaştıkça kendimi o bölgedeki insanlardan soyutluyorum ve muhatap olmamaya çalışıyorum.

20160614_184013 Regülatör

Yol üzerinde maceralı birde geçiş vardı; Regülatör. Akıntının biraz daha aşağısında yapılan köprü günümüzde kullanılabilir bir alternatif olsa da ben regülatör hattından geçmek istedim. Bunun için merdivenlerden regülatör hattına indim. Botlarımı çıkarıp boynuma astım. Önlem olarak çığ parkuru geçişlerindeki gibi çantamın klipslerini açarak kolayca çıkarılabilir hale getirdim ve batonlarımın perlonlarını bileğimden çıkardım. Su düşündüğümden soğuktu ve geçişim düşündüğümden uzun sürdü, ayaklarıma yürüyüş esnasında ağrı girdi. Bazı kısımlar ise oldukça kaygandı, bu zaman zaman tedirginlik veriyordu. Kaydığım zamanlarda kendimi batonlarımla dengeledim ve olabildiğince yavaş ve temkinli gitmeye çalışarak sorunsuz bir şekilde karşıya ulaştıktan sonra merdiveni tırmanarak geçişimi tamamladım.

20160614_184546 Regülatör geçişinden hemen sonraki palmiyeli yol.

Dijital haritamda, ormanla kaplı bir geçidi gözüme kestirdim. Yolum üzerindeki bir mezarlıktan kampta kullanacağım sularımı doldurdum. Güneş iyice alçalmışken kamp yapmayı planladığım yere ulaştım. Kamp için gayet uygun bir konumdu.

20160614_171710
Uzun bir aradan sonra alçak irtifalar.

Telefon çeken bir yere hemen çadırımı tek tente olarak kurdum. Telefon çeken yer seçerken yola yakın bir yer seçmiştim. Bu nedenle biraz tedirgin oldum. Ancak bu tedirginliği bir kenara bırakacak olursak yarın için yaklaşık 20 kilometrelik, kolay bir yolum kalmıştı.

7. Gün

Gece tedirgin bir uyku uyumamın neticesi sabah erkenden uyandım. Uyumaya çalışsam da, oyalansam da bi süre sonra çadırda canım sıkıldı ve hazırlanıp yola koyuldum. Rotanın bundan sonraki kısmı sıkıcıydı. Sürekli asfaltta yürüyor olmam nedeniyle sol ayağımda su kabarcığı oluşmuş, bir yerde oturup onunla ilgilenmem gerekti.

20160615_081309(0) Kurşunlu Şelalesine yaklaşırken.

Hızla yol katediyor olsam da yol üzerinde ilgi çekici birşey olmamasından dolayı canım çok sıkıldı. Kurşunlu Şelalesinin önünde oturup dinlendim. Daha önce gezdiğim için içeri girmek istemedim. Yol üzerindeki bakkallardan bazen dondurma alıyordum, sıcakta güzel geliyordu. Güneş tam tepemdeyken 12:00 gibi Perge Antik Kentine ulaştım. Aksu’ya kadar devam edeceğimi sanırken rotanın burada bittiğini sonradan farkettim. Daha önce gezmiş olsam da Perge’yi yeniden görmek istedim. Bir Müzekart çıkarttırıp içeri girdim.

20160615_124147

20160615_122952

20160615_134639

20160615_135347

Aşırı sıcaktı. Şişelerim boş kadığı için içeride çok susadım ama çeşme yoktu. Perge görülmeye değer, hala görkemli bir şehir. Sokaklarında gezerken insan eskiden kalabalık olan, ortasında su akan caddeleri, etrafından insanların toplandığı tezgahları, çeşmeleri hayal edebiliyor.

20160615_132528

20160615_130457

20160615_130605

Müze bahçesinde dut ağaçlarını farkettim ve tadını çıkardım. Son olarak eski stadyumu ziyaret ettim ve final fotoğrafımı çekindim.

Perge’den sonra yürüyerek Aksu’ya devam ettim. Antalya’ya giden bir belediye otobüsüne binip rezervasyon yaptırdığım pansiyona vardım. O gün çakımı kaybettim.

Yürüyüşümü tamamlamamın ertesi gününde, rotanın mimarı Kate ile.

Runatolia 2016

Bundan yaklaşık on yirmibeş gün önce Runatolia 2016’da 3. Maratonumu ve 10. yarışımı koştum. Ciddi anlamda tamamlamakta zorlandığım bir koşu oldu. Bunun tabiki açık nedenleri vardı.

Koşmadan geçirmek zorunda bir aylık sürecin sonunda İstanbul’a dönerken aklıma yarış takvimlerini kontrol etmek gelmişti. Yarışlara bakarken bir hafta sonra Runatolia’nın olduğunu gördüm. Kayıtlar henüz kapanmamıştı. O ana kadar bu yarışa katılmayı hiç düşünmemiştim. Peki 15 günlük iznime bir maraton ekleme fikri nasıl olurdu? Harika olurdu ancak ben otuz gündür hiç koşmamıştım. Yarı maraton koşmak için uzak şehirlere gitme fikri benim aklıma bir türlü yatmıyordu. Bu nedenle gidersem deneyeceğim mesafe maraton olmalıydı. Uygun fiyata uçak bileti ve pansiyon olduğunu görünce de bu etkinliğe katılmaya karar verdim.

Gidiş için Gazipaşa Havalimanına bilet aldım. Şehir merkezinden de uygun fiyata bir pansiyona rezervasyon yaptırdım.

Kendimi zorlamadan, iki antrenmanla kendimi denemeye karar verdim. Bunun için bir 10k, iki gün sonrada 20k koştum. Bu koşulardan sonra umduğumdan iyi hissediyordum. Bu bana Runatolia için umut verdi.

Bu arada yarışın resmi süresinin 5 saat olduğunu gördüm. Geçen seneki sonuçları incelerken yaklaşık 5 saat 30 dakika içerisinde bitirenlerin tasnife alındığını farkettim. Bu İstanbul Maratonuna göre daha sıkışık bir süre anlamına geliyordu. Yarış sürelerimi önemsemesem de, son bölümü kaldırımdan koşmak zorunda kalmak, toplanmaya başlanmış bir bitiş çizgisiyle karşılaşmak, yarış bittiğinde hatıra olarak bir ömür saklanacak madalyayı bile alamamak gibi durumlar saatlerce koşulan bir yarıştan son çok üzücü diye düşünüyorum. Önceki raporlarımı okuyanlar, bu tür durumlardan geçmişte de bahsettiğimi hatırlayacaktır.

Yarıştan bir gün Antalya’ya gitmek için 05:30 uçağına bindim. Bu yüzden saat 03:00’te uyanmam gerekti. Her zaman olduğu gibi yine uyku eksikliği ile koşacağım bir mesafe olacaktı. Gazipaşa’ya hava şartları nedeniyle tahmin edilenden 30 dakika geç inebildik. Bir an için Antalya Havaalanına ineceğimizi düşünsem de böyle birşey olmadı. Gazipaşa yağmurluydu. Antalya yoluna kadar yürüdüm. Otogara gitmek yada otobüslere binmek yerine şansım öncelikle otostoptan yana kullanmaya karar verdim.

Yoldan geçen ilk araba durup beni aldı ve istikamet Antalya! Öğlene doğru Antalya’ya ulaştım ve doğruca maraton fuarının yapıldığı TerraCity’ye geçtim. Fuar en üst kattaydı. 10k ve yarımaraton masalarında uzun kuyruklar olsa da maraton bölümü bomboştu. Hiç beklemeden numaramı aldım.

image

Daha sonra çip, çanta ve t-shirt için uzun bir sıraya girdim ancak çok beklemem gerekmedi. Standart bir ipli çanta ve çok çok kötü bir t-shirt verildi. Böyle bir t-shirt ü giyen birinin koşucu olduğunu yada Runatolia’da koştuğunu anlamak çok güç. Şahsen benim yarış t-shirtlerinden beklediğim ilk özelliklerden birisi bu.

image

İşlemlerimi tamamladıktan sonra mağazaları turladım, yarış için yiyecekler aldım. Maksure ile buluşup makarna partisine katıldık. O gün etrafta tanıdık birilerini göremedim. Parti sonrası falezlere gidip dolaştık. Dinlenmem gerekse de o an yürümek hoşuma gitti ve buna karşı koymadım. Uzunca bir yürüyüşten sonra saatin ilerlemesiyle pansiyona geçip eşyalarımı bırakmak istedim. İyiki de gitmişiz çünkü rezervasyonda sorun çıktı. Neyse ki bunu makul bir şekilde çözebildik. Hatta bu sayede klimalı bir odaya geçtim, iyi ki geçmişim; geceleri çok soğuk oluyordu.

Eşyaları pansiyona bıraktıktan sonra tekrar yürüyüşe çıktık. Çok geç vakte kalmadan Maksure’den ayrılıp tekrar pansiyona döndüm. Giysilerimi, yiyeceklerimi hazırlayıp yattım. Kaldığım yer start alanına 2-3 km mesafedeydi. Verimsiz bir uykudan sonra sabah erkenden yola düştüm. Yolda yiyecek hiçbirşey bulamadım. Start alanına vardığımda yarışa bir saat vardı. Bir simitçiden simit alıp karnımı doyurdum, su içmeye başladım. Bu esnada daha sonra farkedeceğim bir hata yaptım. İçtiğim suya çok fazla elektrolit koymuştum.

image

Yarış başlangıcı 15 dakika ertelendi. Start alanına girip Aybastı Ultra balonu ve Dart Vader maskesiyle koşacak olan Özcan’ı buldum. Burada yine bir hata yaptım ve 10k koşucuları arasında kaldığımı farkedemedim. Açıkçası böyle bir başlangıç olacağına dair ne bir bilgi, ne bir uyarı duydum. Start verildikten kısa bir süre sonra kalabalığın ilerlemediğini farkettim. O anda maraton ve yarı maraton çıkışının 10k dan önce verildiğini farkettim. Bundan haberim yoktu. Önümdekilerden yer vermelerini isteyerek zar zor ön sıraya ulaşıp koşmaya başladım. Ben önümdeki kalabalığı farkedince çıkış yapamayacağımı düşünmüştüm ama ilginç bir şekilde insanlar yol açtı ve kalabalığı geçip koşmaya başlayabildim. Ben başladığımda önümde kimse kalmamıştı bile. Kaleiçi yakınlarına kadar Özcan ile beraber koştuk. Sonrasında yavaşlayarak kendi tempoma döndüm. Yavaş yavaş birilerini yakalamaya başlamıştım ancak hala ortalık çok sakindi. Hadrian Kapısı yakınlarında Caribou Coffee frozen ikram ediyordu. Ummadık anda gelen bu frozen bana çok keyif verdi.

Işıklar yakınlarında 5k dönüş noktası vardı ve ortam burada biraz daha sakinleşti. Güzel manzaralar eşliğinde Falezlere, peşinden Düden Şelalesine ilerledik. Şelaleye yaklaşırken 21.1k koşucularından da ayrıldım vr yapayalnız kaldım. Önümde kimse yoktu, arkamda ise bir kişiyi görebiliyordum. Şelaleden sonra sert bir iniş ile plaja indik. Lara plajına bağlanan yola dönüp doğuya doğru koşmaya devam ettik.

Bu kısımda mide kaynaklı bir sorun yaşadığımı farkettim. Karnım dolu hissediyordum ancak halsizleşmeye başlamıştım. Daha fazla yiyecek yada içecek almakta zorlanıyordum. 21.1k dönüşüne yaklaşırken zorlanmaya başladım. Dönüş sonrası yürümeye başlayıp kendimi su içmeye zorladım. Koşumun bundan sonraki kısımlarında kendimi pek toparlayamadım. 20 – 25k arasında kollarımın kuru ve soluk göründüğünü farkettim. Bu aşırı su kaybına işaretti. İlk istasyondan yeterince su alarak devam ettim. Kısa süre içinde cildim tekrar nemli haline döndü. Sonrasında yeniden dehidrasyon sorunu yaşamaya başladım.

Gelirken indiğim sert çıkışı yürüyerek çıktım. Burası düz rotada gerçekten zorlayıcı bir noktaydı. Daha fazla koşamayacağımı anlasam da kendimi sürekli koşmaya zorladım. Artık ciddi ciddi koşuyu tamamlayamacağımı düşünmeye başlamıştım. Koşsam bile mesafe geçmek bilmiyordu, tempon hep düşüktü. O sıralarda bu yarışı bitirebilecek kadar motivasyona sahip olmadığımı farkettim. Kısa süre sonra kramplar yoklamaya başladı. Kullandığım elektrolitler de fayda etmedi. Ben günlerdir hep burada koşmayı hayal etmiştim, bitirmeyi ise hiç düşünmemiştim. 25 – 35. kilometreler arasının nasıl geçtiğimi hala anlayabilmiş değilim. Bu aralık sürekli bırakmayı düşündüğüm ancak bunu nasıl yapacağıma karar veremediğim bir yerdi. Bir Amerikalı, bir Türk ike beraber koştuk bu kısmı. Bir süre arkamızdan ambulans ve polis arabasının takip ettiğini hatırlıyorum, sonrasında kaldırımdan koşmamızı söylemişlerdi.

35. kilometre yakınlarına gelirken saatime baktım ve yarışı beş buçuk saat civarında tamamlayabileceğimi farkettim. Elbette böyle bir planım yoktu ancak koşmayı zar zor sürdürürken geç de olsa bitirebiliyor olmak güç verdi. Tasnife girmek önemli değildi ama bunca cabadan sonra en azından madalyamı almak benim için yeterliydi. Ve bu o an için güzel bir motivasyon kaynağı idi.

Konyaaltı Caddesine yaklaşırken yeniden trafiğe kapalı yollardan koşmaya başladık. Buradan sonra sürekli koşarak yürüme hakkımı bitiş çizgisinden sonraya saklamaya karar verdim. Sona kalan koşuculardan olsam da hiç su sorunu yaşamadım. Hatta 40k civarındaki istasyondan Powerade verdiler. Yollar hala kapalıydı ve devam ederek karşımda bitişi gördüm. Yaklaştığımda soldaki reklam panoları sökülmüştü, biraz daha yaklaştığımda ise halının söküldüğünü farkettim, saatime baktığımda sürenin beş buçuk saate ulaştığını gördüm. Son olarak üst geçit merdivenlerinden bana seslenen Maksure’yi de gördüm.

Artık bitmişti, halınım sökülmüş olması, ortada görevli olmaması, madalya olmamasına üzülecek halde değildim, herşeye rağmen buraya gelebildiğim için mutluydum. Cam Piramite yönelirken yol kenarındaki bir vatandaş bir görevliyi işaret edip “git, ondan madalyanı al” dedi. Cebinden madalya askısı sarkan görevliyi farkedince gidip madalyayı istedim. Ve evet, ödülüm artık ellerimdeydi. Madalyamı alınca kafamdaki tüm olumsuz sorular yok oldu. Buradan hatırasız ayrılmak istemezdim.

image

Kısa bir muhabbetin ardından biraz esnemeye karar verdim. Ancak 25. kilometreden sonra bir an olsun peşimi bırakmayan kramplar yeniden yokladı. Bu yüzden esneyemedim. Bu birkaç gün kas ağrılarıyla dolaşmama neden oldu.

Yarış sonrası Maksure ile çok güzel bir yerde, güzel bir yemek yedik. Sanırım bunu haketmiştim. Yemekten sonra beni pansiyona yakın bir yerde bıraktığında kartımı yemek yediğimiz restorantta unuttuğumu farkettim. Oraya gidip kartı alıp gelmek düşüncesi bile ağır geliyordu ancak yapacak birşey yoktu. Çok ağrılı ve üşümeli oldu.

O gece düşündüğümün aksine çok rahat bir uyku uyudum. Sabah erken uyanıp kahvaltı keyfi bile yaptım. Tabiki ağrılarımdan dolayı gün içinde eğilip doğrulurken, merdiven inip çıkarken oldukça zorlandım ancak bu bana acıdan çok mutluluk veriyordu.O günü de gezerek, güzel manzaralar izleyerek geçirdik.

Antalya en sevdiğim şehirlerden biri. En güzel maceralarım genelde burada son buldu. Bisikletle yada yürüyerek Antalya’ya gelmek elbette güzeldi ancak içerisinden de koşarak geçniş olmak için benim için Antalya’yı daha bir anlamlı hale getirdi.

O akşam yine Antalya’ya doyamadan oradan ayrıldım. Cüzdanımda hala tek kullanımlık bir Antalya Kart saklıyorum. İçinde Antalya olan başka bir macerada kullanmak için 🙂

Artılar

– Madalya Tasarımı

– İçecek, yiyecek, sünger masaları gayet iyi konumlandırılmıştı ve yeterliydi.

– Rota üzerindeki tuvaletler yeterli ve kullanışlıydı.

– Etkinlik alanı çok güzeldi. Tam bir şenlik havası vardı.

– Yol kenarına yerleştirilen tabelalar çok güzeldi. Özellikle başka şehirlere olan mesafeleri gösteren tabela 😀

Eksiler

– Başlangıç çok karmaşıktı. İstanbul Maratonunda olduğu gibi farklı kapılardan çıkış olmalı yada kategoriler aynı anda çizgiye alınmamalıydı.

– Başlangıç süresi ertendi.

– T-Shirt çok kötü.

– Yarış süresi makul şekilde uzun, esnek tutulmalı. Olsun bitsin mantığıyla yaklaşılmamalı. İnsanları spora teşvik etmek istiyorsak kuralları biraz esnetmenin kimseye zararı olmaz diye düşünüyorum.

– Koşu sonrası çantamı bulmakta çok zorlandım. Bıraktığım yerde yoktu. Sahnenin kenarında, hardcase üzerinde birkaç çanta gördüm. Numaralarına bir baktım ki biri benim çantaymış!

– Rota üzerinde koşan koşucu olduğu sürece bitiş çizgisinde görevli bulunmalı.

– Fuar alanı çok sıkışıktı.

15. Gün Belos – Finike – Mavikent

Erken kalkıp hazırlandım, diğer yürüyüşçülerle vedalaşıp yola koyuldum. Tempolu bir şekilde Finike’ye ulaştım. Yol zevkliydi. Finike girişinde sağ ayağımı burktum. O gün arasıra ağrıdı ancak kalıcı bir sorun olmadı.

Finike’de turlarken yine Almanlarla karşılaştım. Otogarı arıyorlardı, tarif ettim, vedalaştık.

Saat 1’e kadar oyalandım. Bir dönercide oturup telefonumu şarj ettim ve karnımı doyurdum.

Finike’den sonra yol ilk başta keyifliydi ancak bir süre sonra sert zeminde yürümenin yorgunluğunu hissetmeye başladım. Ayaklarım ısınmaya başladı. Problem yaşayacağımı anladım. Yine de yolu araçsız tamamlamak istiyordum.

Bir durakta oturup dinlendim. Yanıma Suriyeli bir işçi geldi, bir süre sohbet ettik. Neden yürüdüğümü sordu, anlatmam zor oldu. Mavikent yakınlarında ayaklarımdaki acılar keskinleşince durup incelemeye karar verdim.

DCIM100GOPRO

Özellikle ikinci parmaklarımın altlarında açık yaralar olduğunu gördüm. Yaralara batıp beni rahatsız eden toz ve çöpleri temizledim. Tekrar
yürümeye başlamak acı veriydi ancak bu tür durumlara koşudan dolayı alışkındım.

Bir kahvehanede oturup soda içtim. İnsanların tavırları ve konuşmaları genelde sorunluydu. Hiç oyalanmadan ayrıldım. Karaöz’e ulaşamayacağımı anladım.

Yol üzerindeki son marketin yerini öğrendim. Bu marketten alışveriş yaptıktan sonra devam etmemeye karar verdim.

Markete ulaştım ve kamp yeri için tavsiye istedim. Sahile ulaşırsam istediğim yere kamp kurabileceğimi söylediler. Sahile ulaşınca bir restoranın önündeki duşu gördüm. Denize girip duş almaya karar verdim. Deniz hızla derinleşiyordu ve dalgalıydı. Duşa döndüğümde ayağımın altndaki acılar arttı. Çünkü yaralar kumla dolmuştu.

Restorandakilere yakın bir yere kamp atmak istediğimi söyleyip kendilerine ait olup olmadığını sordum. Onlar da kumsal yerine restoranın yanındaki çimenlik alana kamp kurabileceğimi söylediler. İlk olarak çardakta kalmaya karar verdim.

Gerekli malzemeleri aldım ve yaralarıma
pansuman yaptım. Akşamın ilerleyen saatlerinde rüzgar çıkınca çadır kurdum. Restoran sahibi çalışanlarıyla sohbet edip, çay içtim.

Konya – Kapadokya – Adana – Antalya Bisiklet Turu (Tur Öncesi)

Anadoluda bir tur yapma düşüncem aylar öncesine dayanmaktaydı. Yıllarca yaşadığım düzlüklerde bir süre vakit geçirmek, gezmek istiyordum yine, yeniden. Rotamı belirlemede bir çok etken oldu.

Bunlardan ilki Atlas dergisinde okuduğum Obruk Platosuyla ilgili yazıydı.

1972289_10202693713557325_965508054_n

Bu yazıyla beraber obruklar hakkında bilgi ve ilgi sahibi oldum. Ayrıca araştırmalarım sırasında bölgeyi genel olarak gösteren başka fotoğraflara da denk geldim ki bunlar çok ilgi çekiciydi.

10298672_10202994569278530_5116419173606893093_n

Google Earth ile yaptığım incelemede Karapınar volkanı da ilgimi çekti ve onu da görmeyi, mümkünse üzerine çıkmayı istedim.

15952730

Rotamın üzerinde olan bir diğer yer ise Nevşehir. Daha önce gitmiştim ancak verimli bir şekilde gezme fırsatım olmamıştı. Bu defa gönlümce Kapadokya bölgesini gezmek istiyordum.

Nevşehirden sonraki hedefimi Halfeti olarak belirledim. Sular altında kalan yapılar çok ilgi çekiciydi. Bunun için Nevşehir’den sonra Kayseri üzerinden devam etmeye karar verdim. Aradaki bölüm için tek planım Elbistan’a uğramaktı. Gerisi doğaçlama.

Aklımdaki diğer yerler ise Konya, Karaman, Çatalhöyük idi. Ihlara vadisini de görmek istiyordum ancak rotamdan sapmam gerekiyordu. Vazgeçtim.

Tur günü yaklaştıkça herşey daha belirginleşmeye başladı. Birkaç gün Konya’da kalacaktım. Bu sırada trenle Karaman’a gidip gelecek tura yine Konya’dan başlayabilecektim. Konya’dan Karaman’a pedallayıp tekrar Karapınar’a dönmem gerekmiyordu böyle olunca. Rotadaki karışıklığı çözmüştüm. Konya’dan doğruca Karapınar’a gidebilecektim.

Karapınar’a gitmek istememin birkaç nedeni daha vardı;

-Meke Krater Gölü

– “Karapınar ülkemizin en az yağış bölgesidir”

– “Karapınar, Türkiye’nin tek çöl toprağı sayılabilir.” ,

e131b422_0 (43)

( kaynak; http://kesfetmekicinbak.com )

Sonuç olarak Rotam şu şekilde belirlenmiş oldu;

Konya – Karapınar – Kızören – Aksaray – Nevşehir – Kayseri – … – Halfeti

Tur planı_01Tura çıkarken yaptığım son plan bu şekildeydi. Bu aynı zamanda çadır kurabileceğim/konaklayabileceğim yerlerin muhtemel listesiydi. Ben Kapadokya’da iken Halfeti’de gerçekleşen motorcu cinayeti nedeniyle daha fazla doğuya gitmeden rotamı değiştirmeye karar verdim. Tur sonunda takip edilen rota;

Konya

Karapınar

Kızören

Aksaray

Nevşehir

Aksaray (Ihlara)

Niğde

Adana

Mersin

Antalya

olarak ortaya çıktı. Rotam çok net olmadığı için öncesinde mesafe ve zaman tahmini yapmamıştım. Zamanım ve param olduğu sürece belirlediğim rotayı takip etmek üzere yoldaydım…

Not: Konya ve Karaman’da beni ağırlayan Yiğit ve Emre’ye teşekkürler. Sayelerinde yıllar önce yıllarca yaşadığım yerleri tekrar görme fırsatı buldum. Bir de etliekmek var tabiki 🙂

 

 

Trabzon – Ankara – İzmir – Antalya. 1 Parmak 4 Şehir.

Ara tatili bitirip Trabzon’a dönmemden birkaç gün sonra Cem’le bizim evde oturuyorduk. Laf dönüp dolaşıp bu sene gidemediğimiz Kızlarsivrisi tırmanışına geldi. Gidemedik bari bisiklet turu yapalım, gezelim, tozalım derken biranda ortaya otostop fikri çıktı. Madem paramız yok diye gidemedik, öyleyse otostopla gidelim dedik. Hem de yarın akşam çıkalım.

Birçok kez olduğu gibi anlık planın çekiciliğine karşı koyamadık. Plan şu şekildeydi. “Yarın gece yarısı Trabzon’dan yola çıkıyoruz. Konya’ya gidip etliekmek yiyoruz. Orada Yiğit’le buluşuyoruz ve geceyi Konya’da geçiriyoruz. Ertesi gün de ver elini Antalya diyoruz.” Son olarak “Hızlı Tren” seçeneği ekledik.

Zaman hızlı geçti ve yolculuk vakti geldi. Çantamı hazırlayıp bisikletime atladım ve Cem’in evine gittim. Burada bir süre oturduktan sonra evden ayrıldık ve yolculuğa başlamış olduk.

2 farklı araçla Akçaabat’a ulaştık. Burada yaklaşık yarım saatlik deneme sonucu çok seyrek araç trafiği olan yolda TIR durdurduk. TIR Kayseri’ye gidiyordu. Samsun’a kadar bu araçla devam edecektik. Yola çıktıktan bir süre sonra Cem tırdaki yatağa geçti. Ben de koltuğa iyice yayıldım. Uykuya karşı koyamadık tabiki. Gün doğarken Samsun’daydık.

Benzin istasyonuna uğradıktan sonra Samsun Otogarı yakınlarından otostopa devam ettik. Uzunca bir süre sonra bir arabaya bindik ve Havza’ya ulaştık. Buradan da Merzifon’a bir kamyonet bulduk. Merzifon’da indik ve Ankara yoluna kadar yürüdük. Buradan da Ankara’dan geçip İzmir’e devam eden bir arabaya bindik. Sorunsuz bir şekilde Ankara’ya vardık ve çevre yolunda indik. Buradan da otostop ile bir AVM’ye geçtik. Karnımızı doyurup alışverişimizi tamamladık. Çok yorulduğumuz için Konya’ya hızlı tren ile geçecektik.

İnternet üzerinden Cem biletlerimizi aldı. Yeteri kadar oyalandıktan sonra Tren Garına gitmek üzere yola çıktık. Tren Garına vardığımızda trene binmeden önce X-ray den geçeceğimizi farkettim ve çantadaki çakım nedeniyle tereddüte düştüm. Kabul edilmezse büfeye bırakmayı düşünerek sıraya girdik. Kontrollerimiz yapıldı ve X-ray den sorunsuz bir şekilde geçince içim rahatladı. “İlk kez hızlı tren gören insan” fotoğraflarımı çekindikten sonra trene geçtik ve yerleştik. Bu arada bu yolculuk benim 3. tren yolcuğum. Bu nedenle içim heyecanla kaplı.

Trene binince pek beklediğim gibi bir manzarayla karşılaşmadım. İçi gayet sıkışıktı. Hızlı ancak konforsuz. Uçaklar gibi. Bunun dışında herşey güzel ve ilgi çekici. Hızı cidden hissedebiliyorsunuz.

Tren, gardan ayrıldı. Bir ara 2,5 yılımı geçirmiş olduğum Güvercinlik Jandarma Lojmanları Sosyal Tesislerindeki bir tepede bulunan köprüyü gördüm sanırım. Ancak arka tarafından geçtiğimiz için sanırım emin olamadım. Ardından polatlı derken karanlık çöktü. Yiğitle iletişime geçmiştik ancak kalacak yer problemi vardı. Biz de oldukça yorgunduk. Konya’ya vardığımızda trenden inerken bu istasyondan kalkan trenlere göz attım.

Yiğit’le tekrar iletişime geçtik. Kendimize bir otel bulmamız gerekiyordu yada geceyi bir şekilde yolda geçirecektik. Bu sırada aklıma tren seferleri geldi. Yaklaşık bir saat sonra “Konya Mavi Treni” İzmir’e hareket edecekti. Detaylıca düşündük. İzmir’e sabah saatlerinde varacaktık. Akşama kadar gezdikten sonra Cihad’la görüşüp otostopla Antalya’ya gitmeyi denemeye karar verdik.

Gar yakınındaki bir lokantada etliekmek yiyerek karnımızı doyurduk. Hızlıca tren garına döndük ve gişeden İzmir biletlerimizi aldık. Trene bindik ve ağır ağır yol almaya başladık. Koltuklar gayet rahat, tren ferahtı ancak daha sonra içerisi inanılmaz sıcak oldu. Neyse ki yanımda şort ve kısakol t-shirt getirmiştim. Prizi kullanarak tablet, telefon, kamera, müzikçalar ne varsa şarj ediyorduk. Bir yandan da kameralar ile çektiğimiz fotoğraflara baktık. Güzel birşeyler ortaya çıkmaya başlamıştı.

Yemek vagonuna geçtik. Burası gayet serindi. Birşeyler içip sohbet ettik ve tekrar koltuklarımıza döndük. Zamanın da ilerlemesiyle iyice uykumuz gelmişti. Tedirginlikten kesik kesik de olsa uyudum. Arasıra uyanıp tepemde duran çantamı ve elektronik eşyalarımı kontrol ediyordum.

En son gözümü açtığımda Gölgeli Sıradağları (Bozdağ) sol tarafımda uzanıyordu. Tarlalar, ovalar, evler, büyük düzlükleri izlerken İzmir’e ulaştık. Alsancak’ta trenden indiğimizde saat 10:00 civarıydı. Yürüyerek Saat Kulesine gittik. Fotoğraf çekindik ve etrafa bakındık. Kahvaltı yapacak biryer bulamadığımızda vapurla Karşıyaka’ya geçmeye karar verdi. İzmir’de müthiş bir sabah görüntüsü vardı. Hava açık, deniz çarşaf… Karşıyaka’da bir pastane bulduk ve “Boyoz” ve diğer hamurişi yiyeceklerden yedik. Sonrasında İZBAN ile Gaziemir’de bir AVM’ye gittik. Burada alışveriş sonrasında Kordona geçtik ve bir süre burada vakit geçirdik. Hava kararırken Cihad’la buluştuk. Bir kafede oturup sohbet ettik. Kafenin kapanmasıyla dışarı çıktık ve bir süre dolaştık. Sonrasında tavsiyeleri alıp, Antalya’ya gitmek için Cihad’tan  ayrıldık.

Metro ile Bornova’ya geçtik. Turun vurucu kısmı tam da buradan sonra başlamaktaydı. Önce yanyoldan araç durdurmayı denedik. Başaramayınca ileri doğru yürümeye başladık. Kilometrelerce yürüdükten sonra yanyol ile anayolun birleştiği yere vardık. Seyrek araç trafiği olan yolda bir araç durdu ve bizi Sütçülere kadar götürdü. Oradan da Turgutlu’ya geçtik. Geçtik diyorum ancak her defasında çok oyalanıyorduk. Bir yandan da yorgunluk bastırıyordu. Zor da olsa Salihli’ye ulaşıp çıkışındaki kavşakta araç baklemeye bekledik.

Bekledik, bekledik, bekledik… Bu bekleyiş altı saat sürdü. Çaresiz kalınca bir ara Denizli üzerinden gidelim dedik. Bu defa da Kavaklıdere’ye kadar gidebildik. Buradan tekrar kavşağa döndük. Bizi buraya getiren abi ekmek arası köfte ikram etti bizi bırakırken. Buradaki denemelerimiz altı saat sürdü. Sabah olunca da yine birşey değişmedi. Kimse durmuyordu. Ümidin kesildiği anlarda bir araç durdu ve binerek daha ileride bir yerde indik. Burada da durum aynıydı. Cem’in başarısıyla yolda dönüş yapmak için yavaşlayan bir araba yakaladık ve bindik. Bir benzin istasyonuna kadar bu araçla devam ettik. Oradan da Muhtarlık seçimi adaylığı için Uşak’a giden iki kişi aldı bizi. Böylece Uşak’a ukaşmış olduk.

Uşak’ta da birçok farklı yerde otostop denedik. Kilometrelerce yürüdük. Acıkınca bir AVM’ye girip karnımızı doyurduk. Artık yoldan geçen otobüsler bizi tanır hale gelmişlerdir. Korna çalanlar, gülenler… Burada da yaklaşık altı saat bekledik. En son yorgunluktan bariyerlere oturmuş “Afyon” yazılı kartonu açıp kendi aramızda konuşurken bir minibüsün durduğunu farkettik. Bu minibüs bizi Afyon’dan önceki Antalya yol ayrımına bıraktı. Burada inince Antalya yönünde giden yol üzerinde ilerledik. Hemen bir kamyon durdu. Bu defa şansımız yaver gitmişti, kamyon Antalya’ya gidiyordu!

Antalya’da Akdeniz Üniversitesi yakınında indik. Uygar’a ulaştık. Kızlarsivrisi tırmanışının yemeğeini kaçırmıştık artık. Merkezde buluşmaya karar verdik. Otobüse bindik ve arkadaşlarımızla buluştuk. Ardından Umut’un evine geçtik. Tırmanıştan dönen birkaç kişi daha vardı evde sohbet muhabbet derken zaman ilerledi ve yattık. Trabzon’dan yola çıktığımızda beri ilk kez yatay pozisyonda uyuyacaktık. Yani 3 gün sonra ilk defa yatabiliyorduk.

Sabah olduğunda yeni tanıştığımız Eskişehir’den mezun olmuş arkadaşla beraber bir pastaneye gittik ve kahvaltı yaptık. Bugünün planı denize girmek! Bunun için Ulaştırma Bakanlığının tesisine gittik. Görevliden izin isteyip denize geçtik. Sonrasında hazırlandık, kameraları taktık ve denize koştuk. Şubat ayında deniz! Girmeden önce suyun soğuk olacağını düşündüğümden 10-15 saniye kalsam denize girmiş sayacaktım kendimi. Oysa öyle değildi. Su sıcaklığı dışarısı ile aynıydı yaklaşık 10 dakika boyunca denizde kaldık, yüzdük. Maksure gelince denizden çıktık ve üzerimizi deiğiştik. Geçen sene kahvaltı yaptığımız bir restoranta gittik yine kahvaltı için.

Kahvaltının ardından yürüyerek Kaleiçi’ne gittik. Gezip dolaşırken hava kararmaya başlamıştı. Oradan da son olarak bir pastaneye gittik. Burada da Maksure bize dondurma ısmarladı. Pastaneden çıkınca Maksure’den ayrıldık ve Uygar’ın evine geçtik. Eve vardığımızda Caner ve Ömer vardı. Baya sohbet ettik. Serbest dalış, otostop, bisiklet, aksiyon kameraları üzerine. Bu arada Uygar’ın bize yaptığı ıhlamurlu, karabiberli çay güzeldi. Selamlar.

Cem yarın gidelim dese de hiç gidecekmişiz gibi durmuyordu. Öyle de oldu. Sabah baktım Cem uyuyor. Hal böyle olunca tur düştü. Evde kahvaltı yaptıktan sonra dışarı çıktık ve Terracity’ye gittik. Burada tur hatırası t-shirtler alıp bir kafede oturup vakit geçirdik. Ertesi sabah erkenden yola çıktık. Yürüyerek Afyon yoluna çıktık. İlk olarak Döşemealtı’na, oradan da Afyon’a gectik. Afyon’da aractan inince yemek yedik. Bu sırada çakımı kaybettim. Neyde ki bir hafta sonrasında çakıya bir şekilde tekrar ulaştım.

Afyon’dan Ankara’ya gidişimiz de zor oldu. Uzun bekleyiş sonucu bir ekmek arabası daha iyi bir yere bırakayım diyerek aldı bizi. Bu şekilde Ankara’ya ulaştık. Decathlon’a uğrayıp Cem’in arkadaşlarıyla buluşmak üzere Kızılay’a geçtik. Evin anahtarını alınca da oradan da Tuzluçayır’a geçtik. Evde plakçalar vardı. Birkaç şarkı dinledikten sonra uyumak üzere yattık.

Sabah kalkımca erkenden yola koyulduk. İlk olarak Kırıkkale’ye, sonrasında iki araç ile Çorum’a ulaştık. Yine araçlar durmuyordu. Çorum’dan Merzifon’a giden bir kamyon durduğunda hava neredeyse kararmıştı ve yağmur yağıyordu.

Merzifon’da kamyoncu bizi çok kötü yerde indirdi. Yol ne görünürlük açısından iyiydi ne duracak alacak açısından ne de ışıklandırma açısından. Bir süre denedikten sonra soğuğun da etkisiyle Merzifon otogarına gidip otobüse binmeye karar verdik. Ters yönden yürüyor, bir yandan da otostop çekiyorduk. Ansızın bir TIR durdu. Asiında bizim için durmamıştı ama şoför bizi soru yağmurunu tuttuktan sonra aracına aldı. Bu şekilde Samsun’a ulaşmış olduk. İnince 5 – 10 dakika otostop denedik ama baktık olmuyor. Cem tabletinden otobüs saatlerine baktı. Otobüs olduğunu görünce otostop çekerek otogara yürümeye başladık. Bu sırada 42 plakalı bir TIR durdu. Trabzon’a gidiyordu. TIR’a binince kısa bir sohbetin ardından uyuklamaya başladık. Bir ara şöforün araca yağ doldurduğunu hatırlıyorum, diğerin de gözümü açtığımda aracı kenara park etmiş üçümüz de uyuyorduk, sonuncusunda ise güneşin doğuşuyla birlikte Trabzon’a varmıştık.

İlk olarak Cem’in evine gittik. Dinlendikten sonra bisikletime atiayıp kendi evime geldim.

Böylece planların dışarına taşarak devam eden maceramız sona ermiş oldu. Otostop turu esnasında aşırı yorgunluk dışında herhangi bir sorun yada tehlike ile karşılaşmadık. Bunun yanında çok çok ilginç insanlarla tanıştık, bir o kadar da ilginç hikayeler dinledik. Emeği geçen herkese teşekkürü bir borç bilirim.

Son olarak çakıma gelirsek.

Çakıyı kaybettikten sonra hiç bulacağıma dair ümidim yoktu. Kayboluşundan bir hafta sonra şansımı denemek istedim. Afium’da bulunan McDonald’s ta olabileceğini yada oraya geldiğimiz araçta düşürmüş olabileceğime karar verdim. İnternette arayışıma rağmen şubenin numarasını bulamayınca Afium’u arayıp numara istedim. Edindiğim numarayla ulaşıp çalışana sorduğumda ise İsviçre çakısı için mi aradığımı sordu. Gün içerisinde adresimi alıp çakıyı kargoladılar. Macera devam edecek…

Turun videosu;