Başlangıç
Bu yürüyüş rotası uzunca bir süredir aklımdaydı. Ancak henüz sırası gelmediği için pek araştırmamıştım. Bu nedenle rotaya oldukça yabancıydım. Frig Yolunu yürümeden önce Rota-3’ü hakkında aklımda şüpheler oluşmaya başlayınca ufak ufak St. Paul Yolunu araştırmaya başlamıştım. Frig Yolunun ikinci yarısını yürürken, artık bu yolun üçüncü rotasını yürümeyeceğimi biliyordum. Bu yüzden İstanbul’daki kardeşimle konuşarak benim için rehber kitabı sipariş etmesini istemiştim. Zamanlamamı kestiremediğim için kitabın İstanbul’a gitmesi mantıklı olacaktı. Bana kitap ulaşamasa bile, kardeşimin sayfaların fotoğraflarını göndermesi yeterli olacaktı. GPS verisi olarak ise daha önce yürüyen bir çiftin sayfasından aldığım GPS verisini kullandım. Bu veri kitapta anlatılan rotayı birebir takip etmiyor, zaman zaman alternatifler kullanıyor ve kayıt sıklığı düşük olduğu için keskin detaylarda rotanın sağlıklı olarak takip edilmesine olanak sağlamıyordu. Yolu birebir yürümek gibi bir isteğim olmadığı için bu veriyi kullanmaya karar verdim. Zaten pek alternatifim yoktu. Ek olarak Orux Maps uygulamasını ve bu uygulama için indirdiğim topoğrafik Türkiye haritasını kullandım. Zaman zaman farklılıklar gösterse de yürüyüş rotası harita üzerinde işaretliydi. Kitabın İstanbul’a ulaşması bir haftaya yakın sürdü, hatta ben yola kitaptaki bilgilerden mahrum çıkacağımı düşünmeye başlamıştım.
Kitap, benim Isparta’ya vardığım gün kardeşime ulaştığında kardeşimin kitabı bana yollama şansı kalmamıştı. Önceden planladığımız gibi fotoğraflarını çekip bana yolladı. Ben de telefonumdan bu fotoğraflara bakarak, ihtiyaç duyduğum bilgileri edindim.
Frig Yolu’nun hedeflediğim kısmını tamamlar tamamlamaz rotanın sonu olan Yenice Çiftliğinden otostop ile Kütahya Terminaline geçtim. 12:00 otobüsüne bilet aldım. Keyifli bir yolculuk ile Ispartaya ulaşınca aynı firmanın servisiyle Köy Terminaline gitmek üzere yola koyuldum. Eğirdir otobüsünü yolda yakaladık ve böylece köy terminaline gitmeme gerek kalmadı. Yolda, Eğirdir yakınlarında otobüsün arka teker çiftlerinden biri patladı. Yavaş giderek Eğirdir’e ulaştık. Eğirdir’in yamaçlarına kurulduğu Sivri Dağ çok heybetli görünüyordu. Vakit kaybetmeden eksiklerimi tamamladım ancak havanın fırtınalı olmasından dolayı olsa gerek üzerimde bir üşengeçlik vardı.
Hem ilerleyen vakit, hem sert rüzgarlı hava, hem de ileride kamp için uygun bir alan bulup bulamayacağım konusundaki kararsızlığım nedeniyle pansiyonları araştırarak uygun birini ayarladım. Pansiyon ararken girdiğim bir hostel da yola dair güzel bilgiler edindim. Burada rotanın İngilizce rehber kitabı vardı. Bunun içinden işime yarayabilecek kısımları not ettim. Rotanın düşündüğümden daha zor olduğunu anladım. Bu da beni endişelendirdi.
Geceyi geçirdiğim oda, bugüne kadar kaldığım en güzel odalardan biriydi. Kesik kesik olsa da verimli bir uyku çektim.
1. Gün
Araç yolunu takip ederek Eğirdir’den yükselmeye başladım. Ben yokuş yukarı ilerledikçe arkamda Eğirdir Gölü manzarası genişliyor, Eğirdir ise git gide küçülüyordu.
Maden ocaklarından geçerken rotayı karıştırıp fazlaca yükselmişim. Durumu farkedip alçalarak yeniden rotaya girdim. Maden ocaklarının yaptığı tahribatı rota boyunca görmek mümkün.
Yol çok keyifliydi. Harika platolardan geçerek ilerledim. Takip etmekte olduğum rotanın, kitapta yazılanın aksine, Davraz’a uğramadığını farketim. Buna rağmen yürümekte olduğum rota işaretliydi, yani alternatif bir rotadaydım.
Kasnak ormanındaki rota değişikliği nedeniyle rotayı yeniden kaçırdım. Tekrar yakalamam epey zor oldu, çok yoruldum. İlerlemeye çalıştığım zeminde toprak ve taşlar stabil değildi. Çarşakta yürümek tedirgin ediciydi.
Kasnak ormanının tepesine varıp, araç yoluna ulaşınca yolu takip ederek Yukarı Gökdere’nin yukarısında bulunan çayırlık alana ulaştım.
Bu alanda kamp yapmayı planlamıştım ancak buradaki köylüler Yukarı Gökdere Köyüne inersem daha rahat edeceğimi söylediler. Orada bir süre dinlendikten sonra Yukarı Gökdere Köyüne devam ettim.
Bir bakkalın önünde oturup telefonumu ve saatimi şarj ettim, ayrılırken, çadır kurduğumda yemek üzere bir kavun aldım. Köyün çıkışındaki mezarlığın, musalla taşının yanına çadırımı kurdum. Yolun hemen karşısında çeşme, onun arkasında da baz istasyonları vardı.
Su konusunda temkinli davranıp yanıma 3 litre su almıştım ancak rota üzerinde yeterince su kaynağı vardı. Bundan sonraki günlerde yürüyüş esnasında yanımda daha az su taşıdım. Ancak güneş alçalmaya başladığında, eğer bilmediğim ıssız bir yerde kamp yapmayı planlıyorsam, yanımdaki şişeleri tamamen doldurup gece için yeterince suyum olmasına özen gösteriyordum.
2. Gün
Keyifsiz bir geceydi. Yanımdaki tarlaya gece -muhtemelen hayvaları uzak tutsun diye- teyp koymuşlar. Sabaha kadar sureler okundu; arapça, farsça ve ruşça şarkılar çaldı; konuşmalar yapıldı. En son hatırladığım “Macarena” çalıyordu.
Sabah, çadırın dışına çise yağmış, iç taraftan da terleme yapınca çadır sırılsıklam olmuştu. Sabah ayazında ıslak çadır toplamak zorunda kalmak hep sinirimi bozmuştur. Eşyalarımı toplayıp yola çıktım. Elimdeki kavun çöplerini atacak çöp bulamayınca birkaç kilometre taşımam gerekti. Önce Serpilköy’e ulaştım. Buradan sonra doğruca tepeye doğru tırmanmaya başladım.
Patika, başlangıçta çalılık olsa da sonradan yerini belirgin bir hatta bıraktı. Patikanın bazı kısımları oldukça geniş ve iyi korunmuştu.
Tepeye yaklaşırken zikzak çizen patikadan ayrılıp dik olarak yükselince rotayı kaçırsam da kısa bir arayıştan sonra patikaya tekrar girebildim. Uzun bir plato geçişi sonrası sonrasında rotayı yeniden kaybettim. Sanırım birde yanlış geçitten başka bir vadiye ulaştım ve rotadan iyice uzaklaştım. Rotaya tekrar girmeye çalışırken epey zaman kaybettim ve sarp yerlerden geçmek durumunda kaldım. Daha temkinli gitmem gerektiğini anlamış oldum.
Devam ederek önce Asker Çeşmesine, peşinden tepemdeki son derece rahatsız edici güneş eşliğinde çok dik bir orman yolu çıkışını takip eden iniş ile birlikte Sipahiler Köyüne ulaştım.
Rota Sipahiler Köyünün kenarından, köye girmeden devam ediyordu. Bakkala uğramak için ben rotadan ayrıldım. Burada birşeyler atıştırıp elektronik cihazlarımı şarj ettim. Eğirdir’deki konuşmadan ve kitabın sayfalarından edindiğim bilgilere göre rotanın bundan sonraki kısmı zor olmalıydı, kendimi buna hazırladım. Bakkal’dan ayrıldıktan sonra, rotadan çıktığım yere gelip yürüyüşe devam ettim.
İlk başta rahat, keyifli ve manzaralı bir yoldan yürüyerek asfalt bir yola bağlanıp vadi tabanındaki dereye ulaştım. Yürümekte olduğum yoldan bir köprü geçişinin ardından ayrılıp, dere yatağına indiğimde artık bir kanyonunda içerisinde yürümekteydim. Oldukça tedirgin edici ve korkutucu geçişeler vardı. Düşündüğümden daha sert bir etaptı. Tek olmam işi daha da zorlaştırıyordu. Bazı kısımlarda sırtımdaki çantanın ağırlığından dolayı olması gerekenden fazla zorlandım.
Yoruldukça susamaya başladım ancak kamp yeri aramakta olduğum için elimdeki suları kullanmak istemiyordum. Yinede bir süre sonra içmem gerekti. En kötü senaryo deredeki suyu kaynatıp içmekti, dere yatağında kaldığım sürece yavaş da olsa içilebilir su elde edebilirdim. 1,5lt suyum çok kısa zamanda tükendi. Su damlayan mağaramsı bir yerde şişeyi doldurmayı denedim ancak seyrek düşen damlalarla şişenin kolayca dolmayacağını anlamam çok sürmedi. Çiseleyen yağmurla birlikte rota daha da zor bir hale geldi. Oldukça dik iniş yaptığım bir kaya etabında yosunların arasında oldukça iyi kamufle olmuş bir kırkayak yavrusu görünce tedirginliğim iyice arttı. Artık dokunduğum yerleri daha iyi seçmeye çalışıyordum. Kamp yerlerinden geçsem de atıştırmakta olan yağmur nedeniyle kanyonun içerisinde kalmayı riskli bulduğumdan yorgun olsam da yürüyüşümü sürdürdüm.
Nihayet, benim için kanyonun sonu olan traktör yoluna ulaştım. Burada vadi genişliyor, suyun debisi düşüyordu. Derenin hemen yukarısında çiçekler arasında bir çadır yeri buldum. Yeterince düzdü. Islak çadırımı kuruması için hazılıca kurduktan sonra yanıma ocağımı, su şişelerimi, temiz çadır giysilerimi, alarak nehre döndüm. Ocakta dereden alınmış su kaynarken, bende kendimi derenin serin sularına bıraktım. Arada terli giysilerimi de bir güzel yıkadım. Bu zor etabın ardından ortamın keyfini çıkarmak çok güzeldi.
Ocakta yavaş kaynayan su ile susuzluğumu gideremeyeceğimi anladım. Bu yüzden su kaynatmayı bırakıp nehrin debisi yüksek bir yerinden şişelerimi doldurdum. Suyun tadı güzeldi, doya doya içtim. Şişelerimi tekrar doldurduktan sonra çadırıma gittim. Gece çadırı ne olduğunu anlayamadığım bir hayvan ziyaret etti, hala anlayabilmiş değilim. Sürekli bir hırlama ve kesik kesik koklama sesi vardı. Gece uykum sık sık bölündü. Sabah 06:10’da uyandığımda hala uykum vardı.
3. Gün
Sabah uyandığımda hala uykum vardı. Ansızın tekrar uykuya daldığımı farkedince uyuyakalmamak için çareyi tulumumdan çıkmakta buldum. Tam olarak hazırlanmam 07:30’u buldu. Dereyi karşıya geçip yola koyuldum. Kısa süre sonra harika bir kamp alanı ile karşılaştım. Bir ağacın altından su çıkmaktaydı ve ortam çadır kurmak için gayet uygundu.
Kısa bir süre sonra yine işaret göremez oldum. Uzun otların bulunduğu bir düzlükte işaret ararken sabah çisesinden dolayı ayaklarım sırılsıklam oldu. Zor da olsa işareti bulup yeniden rotaya girdim. Bir süre sonra patika kavşak noktasına ulaştım. Geldiğim yön doğruydu ve beni eski bir at arabası yoluna çıkarıyordu. Karşımda devam eden bir patika, solumda X işareti vardı. X işareti olan yöne gitmeyeceğimi biliyordum. Yukarı devam eden yola baktım, işaret yoktu. Sağa doğru devam eden eski yolda da aynı şekilde işaret bulamadım. Sabah sabah karşılaştığım bu belirsizlik canımı sıktı.
Duyduğum araç seslerinden yukarımda bir yol olduğunu anladım. Telefonumda kayıtlı olan haritaya baktığımda ise takip etmem gereken rotanın ileride bu yola birleşeceği görünüyordu. Daha fazla işaret aramak yerine bir sonraki yol ayrımına kadar asfalt yoldan yürümeye karar verdim. Dimdik yukarı çıkıp asfalt yola ulaştım ve sağa dönerek yolu takip ettim. Bu şekilde Adada’ya giden patikanın asfalt yoldan karşıya geçtiği noktaya kadar yürüdüm, sonrasında yine patikaya girdim, tabiki yine kayboldum.
Durumu toparlayarak bir şekilde Adada’ya ulaştım.
Antik kentte gezinirken arkamdan birinin yaklaştığını sezdim. Antik kentin bekçisiymiş. Antik yapılar ve bu kent hakkındaki sorularıma yanıt buldum.
Çay demlemeyi teklif etti ancak vakit erken olduğu için yola devam etmek istiyordum. Bekçi kulübesinin yanında dinlenip su içtim, sohbet ettik.
İkram ettiği su ile şişelerimi doldurdum, yol tarifi alarak yola devam ettim. Rota üzerinde çok güzel, geniş bir taş yoldan geçtim. Bazı kısımları güzel korunmuştu.
Asfalt yola yaklaşırken, saatimdeki rotanın tepelik bir yeri gösterdiğini farkettim. Telefonumdaki harita ise asfalt yoldan devam ediyordu. Açıkçası canım dağ bayırla uğraşmak, rotayı bulmakla cebelleşmek yerine mesafe katetmek; biryerlerde oturup dinlenmek istiyordu. Yinede işaretleri takip etmeyi ve beni götürecekleri rotayı takip etmeye karar verdim. İçimden geçen oldu ve işaretler beni asfalta çıkardı. Asfalt yolda, dut yiyerek renklendirmeye çalıştığım sıkıcı bir yürüyüş ile, yıpratıcı olsa da Sütçüler’e ulaştım.
Birkaç saat bir kahvehanede oturdum. Bu sırada iyice dinlendim, yemeğimi yedim, çay içtim ve elektronik cihazlarımı şarj ettim. Fazlalık olan malzemelerimi eve yollamak istemiştim ancak iki kere yokladığım PTT Şubesi kapalıydı. Sonuç olarak fazlalık eşyalarımdan kurtulamadan yola çıkmak için hazırlanmaya başladım. Ben hazırlanırken dışarıda yağmur yağmaya başlayınca kahvehanede oturup yağmurun dinmesini bekledim, dinince vakit kaybetmeden yola koyuldum. Köyün çıkışında bir kanalizasyon şebekesinin akarından geçtim, çok kötüydü. Zaman zaman patikayı bulmakta zorlandım. Dere yatağı ve yan kısımlarının tahrip edilmiş olması işaretlerin bulunmasını da zorlaştırmıştı. Birkaç defa dereyi geçmek durumunda kaldım. Pis ve tahrip olmuş dere yatağından geçmeye çalışmak keyifli değildi. Patikalar yağmur nedeniyle çok kötü bir hale gelmişti, dik çıkışlarda çamur nedeniyle hareket etmek güçleşiyordu. Hal böyle olunca Yazılı Kanyon’a o gün girmemeye karar verdim, ertesi güne bırakacaktım.
Çürük Köyünün karşısındaki bir çeşmenin başında oyalandım. Giysilerimi yıkadım, yemek pişirdim, kamp setimi yıkadım. Buraya inerken geçtiğim bir düzlüğün kamp için uygun olduğunu düşünerek tekrar oraya dönmeye karar verdim. Çürük Köyünün karşısına kampımı kurdum. Çadır sabah yağmış olan çise nedeniyle hala sırılsıklamdı. Hatta içinde biriken suyu çadırı ters çevirerek dışarı döktüm. Sonraki gün yürüyeceğim rota için oldukça endişeliydim. Kitapta okuduklarım beni korkutuyor, daha önce geçtiğim dere yatağı gibi bir rotadan geçme ihtimali beni düşündürüyordu. O gün kendimi zor bir rotaya hazırladım.
Telefonla görüşebilmek için çıktığım bir tepeden kamp alanım.
4. Gün
Sabah 06:00 gibi uyandım. Biraz daha uyumayı denesem de olmadı. Aklım kanyondaydı. Çadır her zamanki gibi sırıl sıklam olmuştu. Saat 7 olmadan hazırlıklarımı tamamladım. Yola çıktıktan kısa bir süre sonra işaretleri kaybetim, rotaya tekrar girmem zor olmadı. Köyün girişinde yine işaretleri kaybettim. Bu defa yolu bulmakta zorlandım.
Rota bahçenin içerisinden geçiyormuş gibi görünüyordu. Bahçeye girsem de devamı gelmedi, bahçeden çıkıp köyün içine ulaşamayınca köyün etrafından dönmeye karar vererek geri döndüm. Yorucu, vakit kaybettirici ve sinir bozucu bir girişimdi ancak başka çözüm bulamamıştım. Toprak bir araç yolunu takip ederek kanyona yaklaşmaya başladım. Yol bitiminde yine işaret sorunu yaşadım çünkü işaretler iki farklı yönü gösteriyordu. Dijital haritamda gösterilen yolu seçip o tarafa devam ettim.
Pek yakında içine gireceğim kanyonun sırtına tırmanan patika sert ve kayalık görünüyordu. Kafamı kurcalayan iniş öncesinde sert bir çıkış vardı. Batonlarımı çıkardım ve çantama sabitledim. Sırta ulaştığımda oldukça güzel bir manzara karşıladı beni.
Bir an önce Çandır’a ulaşmak istediğimden çok oyalanmadan devam ettim. Teknik kısımlar beklediğim kadar zor değildi; aksine eğlenceliydi. Bu etabı şahsen çok eğlenceli buldum.
Daha önce geçtiğim dere yatağı etabı çok daha zordu. Gerginliğim yerini sevince bıraktı. Kayalık kısım iki vadiyi birbirine bağlayan bir sırtta tamamen son buldu.
Bundan sonrası aşağıya kadar çam ağaçları arasında devam eden, temiz zeminli bir etaptı.
Kolay olacağını düşünmüştüm ancak yüksek eğim ve hızlı hareket edildiğinde kayan zeminde ilerlemek dizlerim için yorucu, benim için sıkıcı oldu. Vadi tabanındaki yola ulaşınca rahatladım.
Dere sürekli sağımda kalacak şekilde yürümeye devam ettim.
Alabalık çiftliğinin olduğu yerde dereyi karşıya geçip etrafa bakındım ve tekrar yürüdüğüm rotaya geri döndüm.
Keşke gelmeseymişim çünkü yürüdüğüm yol keyifsizdi. Alabalık çiftliğinin hemen yanında şelaleden akan sulardan oluşturulmuş güzel bir havuz vardı. O an yüzen kimse olmadığı için girmeye çekindim ancak daha sonra girmediğime pişman oldum. Hatta geri dönmeyi düşündüm. Kimbilir belki bir daha hiç göremem orayı.
Çok keyifsiz bir yolu takip ederek Çandır’a ulaştım. Ramazan Ayı nedeniyle kahvehaneler kapalıydı. Bir kahvehanenin dışarıda olan masalarından birine oturdum. Yandan, bakkaldan birşeyler alıp yedim. Domates, salatalık satılmıyordu. Saatim ilk defa fırtına uyarısı verdi. Bir süre sonra gerçekten de rüzgar çıktı ancak çok şiddetli değildi. Rüzgar çıkınca çadırımı çıkarıp rüzgarda savurarak kuruttum. Dinlenmiş olmanın mutluluğu ile yola koyuldum. Bir zamanlar çok güzel olduğuna emin olduğum bir vadiye girdim. Bir zamanlar diyorum çünkü şuan heryerde maden ocakları var.
Adeta dağları yıkıyorlardı. Zirvelerde çalışan kepçeler gördüm. Yol üzerinde bolca su kaynağı vardı. Mermer ocaklarının yanlarından geçerken yuvarlanmakta olan taşlardan korkmamak mümkün değil.
İlk başta hafif yorucu olan eğim sonradan azaldı ve Zeytin Mahallesine ulaştım.
Burada kamp kurmak için uygun yerler ve su kaynakları vardı ancak telefonum çekmiyordu. Sabahtan beri durumumla ilgili kimseye haber vermediğimden dolayı telefon çeken biryere ulaşmak istiyordum ancak telefonum bir türlü çekmedi.
Yolda mermer ocaklarına karşı tepkili bir çobanla karşılaştım. Buraların eski halini hatırladıkça nasıl tepkili olmasın insan? Birkaç dakika sohbetin ardından kamp yeri tavsiyesi alarak ayrıldım. Söylediğine göre yolumun üzerinde, su kaynağı olan bir kamp yeri olmalıydı. İlk başta araç yolunu takip ediyor olsam da daha sonra işaretleri takip etmeye başladım.
Kısa sürede kayboldum. İşaretleme takip edilecek kadar iyi değildi. Ormanın sık olması da rotanın takibini oldukça zorlaştırıyordu. Zar zor araç yoluna tekrar ulaşsam da karar değiştirip başka yerde tekrar patikaya girdim. Rotayı yine zar zor takip ederek etrafı çitlerle çevrili bir alana geldim. Girip girmeyeceğim konusu yine muallaktı çünkü ortada belirgin patika yada işaretleme yoktu. Gün batımı yaklaştığı için daha fazla oyalanacak vaktim olmadığını düşündüm ve merdivenden geçerek çiti aştım.
İçeride bir süre yürüyünce silik işaretleri ve çadır için uygun olabilecek yerleri keşfetmeye başladım. Biraz daha devam edince ise yalağı gördüm. Tek sorun telefonumun hala çekmiyor oluşuydu. Çantamı bırakarak biraz daha yükseklere çıktım ancak yine çare olmadı. Artık yapabileceğim birşey kalmamıştı. Çadırımın iç tentesini kurduktan sonra çantamı alıp yalağın yanına gittim.
Ocağıma kaynaması için su koyup ortalıkta kimseler olmadığından emin olduktan sonra günün son ışıklarında, yalaktan şişelerime doldurduğum suyla bir güzel duş aldım. Giysilerimi de yıkadım. Etrafı çevrilmiş alanda sadece koyunlar ve iki inek vardı. Çadırımın dış tentesini kurmadığım için çantamı dışarıya bıraktım. Giysilerimi de kayaların üzerine serdim. Güzel ve oldukça sakin bir gece geçirdim.
5. Gün
Sabah 6 gibi uyandım. Canım tulumdan dışarı çıkmak istemiyordu. Uzunca bir süre keyif yaptım, yerimden kalkamadım. Güzel haber; sabah çise yağmamıştı. Ayrıca çadırın dış tentesini kullanmadığım için terlemeden dolayı da ıslaklık oluşmamıştı. Hazırlanıp yola koyulmam 07:30’u buldu. Tabiki yine işaret sorunu yaşadım.
Geçide ulaşana kadar en az iki tane ,suyu bulunan kamp alanında geçtim. Kamp kurmak için gerçekten güzel ve ideal yerlerdi. Geçide yaklaşırken bir araç yoluna bağlanıp bu yolu takip etmeye başladım.
Haskızılören’e kadar bu araç yolunu takip ederek gittim.
Haskızılören yakınlarında yolun zikzak yaptığı kısımlarda işaretli patikaların kestirme yaparak dik olarak aşağıya indiğini gördüm. Ancak bu patikaların eğimi benim dizlerimi zorladığı için işaretli patikalar yerine araç yolunu takip ederek Haskızılören’e ulaştım ancak burada bakkal olmadığı için oyalanmadan yola devam ettim.
Bu arada Haskızılören Köyünün girişinde çok tatlı bir teyzeyle sohbet ettim. Köyde bakkal olmadığını ondan öğrendim. En sıkıcı zamanlarda dahi gülümseyen bir yüzle yada ihtiyacınız olup olmadığını soran bir insanla karşılaşmak insanın keyfini yerine getirmeye yetiyor.
Köyden çıkarken yine rotayı kaçırdım. Tekrar girmeyi denerken ise çok yoruldum. Epey tırmanmam gerekti. Eski bir patikayı takip ederek birkaç evden oluşan bir yere ulaştım ve rotaya devam ettim. “Birkaç ev” olarak bahsettiğim yer aslında bakkalına uğramayı düşündüğüm Pınargözü Köyü imiş.
Ben köyü farkedemediğim için burada bulunan bakkalı da kaçırmış oldum. Yürümekte olduğum vadiden sağa doğru yükselerek başka bir vadiye açılan bir geçide doğru yükselirken de rotayı kaçırdım. Tabiki yine oldukça zorlu oldu. Geçide ulaşıp, geçtikten sonra bir evin yanında yön karmaşası yaşadım.
Etrafı çevrili bir alan ve bir ev vardı. Ben ne taraftan geçeceğime karar veremedim. Gideceğim yönü seçip devam ettiğimde ise iyi bir seçim olmadığını anladım. Altı dikenlik olan küçük bir kayalıktan inmeye çalışırken evden birisi bana seslendi. Eve davet ettiler. Bu ev Mustafa ve Fatma Yeşil çiftinin eviydi. Çay, lokum ve bisküvi ikram ettiler.
Sohbet esnasında Pınargözü Köyünü kaçırdığım ortaya çıkınca Fatma Abla hemen bana yolluk hazırlamaya başladı, poşete yufka ve peynir koyduğunu söyledi.
Evin tepesindeki solar panel dikkatimi çekmişti. Kendileri için gerekli olan tüm enerjiyi güneşten depolayabiliyorlarmış. Hatta o panelden üretilen elektrik ile ben de telefon ve saatimi şarj ettim. Yaz – kış orada kaldıklarını söylediler. Hayvanları da vardı.
Yavru bir keçi, evin kapısı kaçıldığında hemen eve daldı ve etrafta gezinmeye başladı, fırsatı bulunca keçiye yaklaşıp sevdim biraz. İlk defa kendini sevdiren bir keçi görüyordum. Keyiflice vakit geçirdiğim bu iki güzel insandan da tabiki ayrılmam gerekiyordu, yol tarifi alarak tekrar yola koyuldum.
Rota yine sorunluydu. İşaretleri bulmakta zorlandım ve dikenlerle, çalılarla bolca cebelleştim. Zaman zaman çok keyifsiz ve çaresiz durumda hissettim. Bir yerden sonra ortamın yabaniliğinden dolayı rotayı takip edemez oldum ve “herhangi bir şekilde” aşağıdan geçen bir yola ulaşmaya karar verdim. Zor da olsa aşağıdan geçen yola ulaştım ve takip etmeye başladım. Yolda beni görüp duran bir araçla sohbet ettim. Kısa süre sonra yan yola saparak takip etmekte olduğum rotadan ayrıldım. Devam ederek terkedilmiş, yanında ahır olan bir eve ulaştım. Burada dut ağacı vardı ve boş geçmek olmazdı. Kamp kurulabilir mi diye düşündüm ancak su kaynağı olmadığı için bu düşüncemden vazgeçtim. Tekrar yürümeye başladığımda yine rotayı kaybettim. Güneşin alçalmakta olması nedeniyle hızlı hareket etmeye çalışıyordum ve bu durum beni hataya zorluyordu.
Sonunda belirgin ve keyifli bir patikada rotayı yakaladım. Patikayı takip etmek kolaydı. Patikanın toprak araç yolu ile birleştiği yerde biriyle karşılaştım. Çadır kurmak için yer tavsiyesi istediğimde beni Kozan Köyüne davet etti. Aracında sorun yaşadığını, halledip yola koyulacağını söyledi. Yola devam ederek Belen Mahallesine ulaştım. Burada gördüğüm yaşlı bir amcayla sohbet etmeye başladım. Bu esnada az önce karşılaştığım, beni köye davet eden kişi aracıyla geldi. Meğer konuşmakta olduğum kişi babasıymış. Konya plakalı araba dikkatimi çekti. Arabaya binmem için ısrarcı olsalar da hiç araç kullanmadığımı, bu şekilde tamamlamak istediğimi söyledim. Kozan Köyündeki camide buluşmak üzere sözleştik ve ayrıldık. Güzel evlerin olduğu bu küçük mahalleden devam ederek rahat bir şekilde Kozan Köyüne ulaştım. Girişte beni turist sana iki kadınla ayaküstü sohbet ettim. Alabalık çiftliği işlettiklerini söyleyip davet ettiler, gitmek istesem de tekrar denk gelemediğimiz için gidemedim. Caminin yanında yolda görüştüğüm baba oğulla tekrar buluştum. Meğer oğul, caminin imamıymış. Mustafa İmam ve babası Mehmet Bey beni caminin misafirhanesinde konuk etti.
Topladıkları gelirler ile cami lojmanının üzerine kat çıkarak bir misafirhane yaptırmışlar. Yerleri halı kaplı genişçe bir oda, mutfak, duş ve tuvalet kısmından oluşuyor. Bir yürüyüşçü için en can alıcı noktası ise; sıcak su mevcut. Hiç hesapta yokken böyle bir ortamda kendimi bulmam beni çok mutlu etti. Verdikleri leğen ve deterjan ile de bir güzel giysilerimi yıkadım. Akşam Mustafa İmam elinde bir tepsi ile çıkıp gelince bir güzel karnımı da doyurmuş oldum. O gece, St. Paul’de çadır kurmadan geçirdiğim ilk ve son gecem oldu.
6. Gün
Artık yolun sonunu görebildiğim için sabah kalkmakta hiç acele etmedim. Şansıma hava çok kötü görünüyordu. Dün akşam tüm giysilerimi yıkayıp balkona asmıştım ancak havanın kapalı olması nedeniyle hala ıslaklardı. Bir yandan onların kurumalarını bekliyordum. Boş boş durmaktan canım sıkılınca tekrar yola koyulmaya karar verdim. Herşeyimi hazırladıktan sonra, balkona havalansın diye bıraktığım botlarımı alıp, evin kapısının önüne koymuştum ki yağmur yağmaya başladı. Yağmuru görünce gitmekten vazgeçtim. İçeriye geçmiştim ki Mustafa İmam geldi. Israr etmeme rağmen bana kahvaltı hazırlayacağını söylerek aşağıya, evine indi. Sayesinde Ramazan günü harika bir kahvaltı yaptım. Yağmurun dinmesiyle ben yola koyulmak için hareketlenince, “sana yolu göstereyim” diyerek benimle birlikte geldi. Köyden çıkıp asfalta, oradan da patika girişine gelmiştik ki yeniden yağmur yağmaya başladı. Oradaki terkedilmiş bir eve sığınarak yağmurun dinmesini bekledik.
Yağmurun hafiflemesiyle patikaya girip yürümeye başladık. ilk başlarda patika çok yabani, sıkıydı. Çalılıklar yolu fazlaca kapatmıştı ve bu nedenle geçişler oldukça zorlayıcı bir hale geliyordu. Vücudumda fazlaca çizikler oluştu, kuruması için çantamın yanına astığım t-shirt çalılar ve dikenler nedeniyle yırtılarak giyilemeyecek hale geldi, çöpe gitti. Pednelissos Antik Kentini Mustafa İmam ile beraber gezdik.
Toprak bir araç yolunu takip ederek bir yol ayrımına geldik. Saatimdeki rotaya göre sola sapmam gerekiyordu. Mustafa İmam ise kendisiyle beraber sağdan giden yolu takip ederek yine Kozan Köyü üzerinden geçerek yola devam edebileceğimi, birçok kişinin bu şekilde yürüdüğünü söyledi. Sonrasında Mustafa İmam’ın deyimiyle “organik olsun” diyerek sola doğru devam etmeye karar verdim. Bu nedenle Mutafa İmam ile vedalaşarak ayrıldık. Sonraki kısım şelalelere kadar oldukça keyifliydi.
Şelalelere yaklaşırken oldukça sık bir ortamda açılmış güzel ve temiz patikalardan, ağaç tünellerinden geçmeye başladım. İlk önce Kral Havuzuna, sonrasında belirgin patikayı takip ederek bir şelaleye ulaştım.
Çok güzel ve doğal görünüyordu ancak su çok soğuktu. ilk denemede giremesem de, ikinci denemede suya girdim ve yüzdüm. Ben bu şelaleyi Uçansu – 1 sanmıştım ancak öyle değilmiş.
Bu şelaleye gelen patika oldukça belirgindi ancak patika burada bitiyor, devam etmiyordu. Bu yüzden geri dönüp gözden kaçırdığım yol ayrımını; Uçansu-1’e doğru devam eden patikayı aradım. Telefonumdaki dijital haritada gösterilen rota, girişinde (X) işareti olan bir yönü gösteriyordu. Alternatifim olmadığı için bu yola sapıp devam ettim. Bir süre sonra patikanın oldukça iyi durumda olduğunu gördüm, peşinden de işaretlenmiş olduğunu gördüm. Zaten buraya sapmasam geldiğim yöne, Kozan Köyüne doğru gidiyor olacaktım. Genel olarak rahat ve takibi kolay olan bu patika beni sert bir inişle Uçansu-1 şelalesine indirdi. Buradaki işletme terkedilmiş durumdaydı. Çardakta oturup yemeğimi yedim. Yağmur yağmaya başlasa da aldırış etmeden şalaleye girip yüzdüm.
Buradan sonra uzun ve sıkıcı bir orman yolundan yürüyerek rotaya devam ettim. Zaman zaman dereyi geçmem gerekiyordu, ayakkabılarımı çok ıslatmadan bunu başarabildim. Akçapınar Köyünün yanında geçerek düzlük tarlaların arasından geçen yolları takip etmeye başladım.
Arasıra küçük mahallelerden geçiyor, selamsız ve boş boş bakan insanlarla karşılaşıyordum. Şahsen ben bu tür durumlarla karşılaştıkça kendimi o bölgedeki insanlardan soyutluyorum ve muhatap olmamaya çalışıyorum.
Yol üzerinde maceralı birde geçiş vardı; Regülatör. Akıntının biraz daha aşağısında yapılan köprü günümüzde kullanılabilir bir alternatif olsa da ben regülatör hattından geçmek istedim. Bunun için merdivenlerden regülatör hattına indim. Botlarımı çıkarıp boynuma astım. Önlem olarak çığ parkuru geçişlerindeki gibi çantamın klipslerini açarak kolayca çıkarılabilir hale getirdim ve batonlarımın perlonlarını bileğimden çıkardım. Su düşündüğümden soğuktu ve geçişim düşündüğümden uzun sürdü, ayaklarıma yürüyüş esnasında ağrı girdi. Bazı kısımlar ise oldukça kaygandı, bu zaman zaman tedirginlik veriyordu. Kaydığım zamanlarda kendimi batonlarımla dengeledim ve olabildiğince yavaş ve temkinli gitmeye çalışarak sorunsuz bir şekilde karşıya ulaştıktan sonra merdiveni tırmanarak geçişimi tamamladım.
Dijital haritamda, ormanla kaplı bir geçidi gözüme kestirdim. Yolum üzerindeki bir mezarlıktan kampta kullanacağım sularımı doldurdum. Güneş iyice alçalmışken kamp yapmayı planladığım yere ulaştım. Kamp için gayet uygun bir konumdu.
Telefon çeken bir yere hemen çadırımı tek tente olarak kurdum. Telefon çeken yer seçerken yola yakın bir yer seçmiştim. Bu nedenle biraz tedirgin oldum. Ancak bu tedirginliği bir kenara bırakacak olursak yarın için yaklaşık 20 kilometrelik, kolay bir yolum kalmıştı.
7. Gün
Gece tedirgin bir uyku uyumamın neticesi sabah erkenden uyandım. Uyumaya çalışsam da, oyalansam da bi süre sonra çadırda canım sıkıldı ve hazırlanıp yola koyuldum. Rotanın bundan sonraki kısmı sıkıcıydı. Sürekli asfaltta yürüyor olmam nedeniyle sol ayağımda su kabarcığı oluşmuş, bir yerde oturup onunla ilgilenmem gerekti.
Hızla yol katediyor olsam da yol üzerinde ilgi çekici birşey olmamasından dolayı canım çok sıkıldı. Kurşunlu Şelalesinin önünde oturup dinlendim. Daha önce gezdiğim için içeri girmek istemedim. Yol üzerindeki bakkallardan bazen dondurma alıyordum, sıcakta güzel geliyordu. Güneş tam tepemdeyken 12:00 gibi Perge Antik Kentine ulaştım. Aksu’ya kadar devam edeceğimi sanırken rotanın burada bittiğini sonradan farkettim. Daha önce gezmiş olsam da Perge’yi yeniden görmek istedim. Bir Müzekart çıkarttırıp içeri girdim.
Aşırı sıcaktı. Şişelerim boş kadığı için içeride çok susadım ama çeşme yoktu. Perge görülmeye değer, hala görkemli bir şehir. Sokaklarında gezerken insan eskiden kalabalık olan, ortasında su akan caddeleri, etrafından insanların toplandığı tezgahları, çeşmeleri hayal edebiliyor.
Müze bahçesinde dut ağaçlarını farkettim ve tadını çıkardım. Son olarak eski stadyumu ziyaret ettim ve final fotoğrafımı çekindim.
Perge’den sonra yürüyerek Aksu’ya devam ettim. Antalya’ya giden bir belediye otobüsüne binip rezervasyon yaptırdığım pansiyona vardım. O gün çakımı kaybettim.